Blog Arşivleri

“izlemez olaydım” dediğim filmler..

bugüne kadar sayısız film izledim, son 5 yıldır ise Güney Kore sineması ile oldukça haşır neşir oldum denebilir. izleyip sevdiğim bir diziden sonra, dizinin aktör ve aktrislerinin filmlerini izlemek büyük bir zevk oluyor benim için.. Kore sineması aslında kendini sürekli geliştirmekte, oldukça büyük mesafeler katetmekte denebilir. fakat şunu da söylemeliyim ki Hollywood sineması ile aşık atmak hatta onlardan çok farklı işlere imza atmak için kimi zaman sınırları aşan, “bu kadarı da olmaz” dedirten filmleri de çekmiyorlar değil. dikkat çekmek adına çok fazla şiddet, kan, cinsellik göze çarpabiliyor filmlerde.. bazı filmleri de “gizemli” olmak adına hiçbir şey anlatamadan sonlanabiliyor. insan “sorun bende mi acaba” dese de araştırdıktan sonra görüyor ki o filmi anlayan yokmuş meğerse:)

her neyse, kısacası benim de izledikten sonra pişman olduğum, “izlemez olaydım” dediğim, hatta ilk dakikalarında dayanamayıp bıraktığım filmler oldu. şimdi bunları aşağıda görüldüğü üzere sıralayacağım:

1). I SAW THE DEVIL

bu filmi tek başıma izleseydim eminim ilk dakikalarında bırakırdım ama topluca izleyince insan bırakamıyor istediği zaman malesef. tüm rekorlarımı kırdı denebilir kısacası. Choi Min Sik ve Lee Byung Hun gibi iki büyük oyuncu var diye izlemek istemiştim bu filmi. fakat hayatımda bu kadar kan, şiddet ve cinsellik dolu bir film görmedim. küçük kızları kaçırıp tecavüz ettikten sonra öldüren bir sapığı canlandıran Choi Min Sik adeta tüylerimi diken diken etti. adamın yaptığı her eylem detaylı bir biçimde gösteriliyor filmde. bu psikopat daha sonra bir polis memurunu canlandıran Lee Byung Hun’un kız arkadaşını da kaçırıp öldürüyor, hem de kız hamile olduğunu söylemesine rağmen ve polis katilden intikam almaya yemin ediyor, alıyor da.. hem de ne biçim.. gerçi filmin %80’ine bakamadığım için detayları hatırlayamıyorum ama feci sahneler vardı bakabildiğim kısımlarda. tüm bu vahşeti bir kenara bıraktım, konu daha güzel, daha ilginç bir biçimde sonlanabilirdi. klasik bir intikam filmi oldu sonuçta. ben acaip bir plan beklemiştim polisten. o da olmadı.. üstüne üstük psikolojim de bozuldu.. keşke üzerinde +25 yazsaydılar da almasaydım. kısaca birinciliği bu nadide filme layık gördüm:)

2) THIRST

sinemaya gidip bir türlü izleyemediğim bu filmi en sonunda bilgisayarıma indirip izleme fırsatı bulabilmiştim. fakat  sadece başını izleyebildim. devamını izlemeyi midem kaldıramadı. filmin konusunu hatırlamaya çalışırsam, ölümcül bir hastalığa yakalandıktan sonra vücudunda feci yaralar çıkan bir papaz sonunda ölüyor, daha sonra kendisine kan nakli yapılıyor ve rahip mucizevi bir şekilde yeniden hayata dönüyor. Fakat  bu kan onu bir vampire dönüştürüyor. sonra iyileşen papaz eski bir arkadaşının evinde kalmaya başlıyor ve arkadaşının karısıyla arasında tuhaf bir ilişki başlıyor.. izlediğim kadarıyla bu kadarını anlayabildim filmden . konu fena değil ama adamın hastalığı zarfında insani olmayacak bir biçimde kan kusması, vücudundaki korkunç yaralar, daha sonra arkadaşının karısıyla yaşadığı tuhaf ilişki, üstüne üstük arkadaşıyla karısının daha da iğrenç olan ilişkisi ve tüm bunların aşırıya kaçacak bir detayla gösterilmesi.. aman dedim evlerden uzak, fragmanını bile görmek istemiyorum şu an.. bu arada sevgili Nilü’nün bu filmle ilgili postunu da çok severek okumuştum, hem de tesadüfen  filmi izlemeye çalışmamdan bir gün sonra 🙂 merak edenler buyrunuz:  Thirst ^^ izlemez olaydım!

3). BREATH

yine bir Kim Ki Duk faciası.. çok denedim ama gerçekten olmuyor, ben bu adamın filmlerini izleyemiyorum, belki de sanat filmleri bana göre değil, zorlamamam gerek demek ki:)

yine hiçbir konuşma içermeyen bir film “breath” nam-ı diğer “nefes”. sadece bir iki cümle duyabiliyoruz karakterlerden. hele baş roldeki adam tek kelime etmiyor, kendisi Çinliymiş, sanırım Korece bilmiyor. gerçi bilse de pek konuşmayacaktı muhtemelen.. hatırladığım kadarıyla filmin konusu ise şöyleydi; evli ve bir çocuk sahibi Yeon haberlerde izlediği bir idam mahkumundan çok etkilenir ve onu ziyaret etmeye başlar. bu kadar.. tüm film boyunca kadın adamı ziyaret ediyor, şarkı söylüyorlar, kadın adama bazı aksesuarlar falan getiriyor -yine konuşma yok-. birbirlerinde etkileniyorlar da sanırım, öpüşüyorlar birkaç kez hatırladığım kadarıyla. sonra öyle bitiyor, “ne oldu şimdi” diye kalıyor insan ekran başında. kısacası bu yönetmenin filmleri bana göre değil, bunu bir kez daha anladım. ama “film dediğin anlaşılmaz olacak, daha gizemli olur” falan diyeniniz varsa izleyebilir.

4). I AM A CYBORG BUT THAT IS OK

bu filmi izleyeli yıllar oldu ama hala hatırlarım zaman zaman. tuhaflığıyla insana kendini hatırlatıyor demek ki.. çok çok değişikti, ama yine ne anlatmak istediğini tam olarak kavrayamadığım için sıkıldım, bitsin istedim hemen. filmde kendisini robot sanan bir kızla anti sosyal olduğu iddia edildiği için maskelerle dolaşan bir çocuğun akıl hastanesinde yaşadıkları tuhaf şeyler anlatılıyor. film öylesine çocuksu ki, gerçekle ilgili hiç bir şey yok içerisinde. fakat filmin seveni çok, hatta bu kadar hayranının olduğunu görünce “acaba ben mi anlamadım” dedim bir ara. hele ki yönetmeninin Park Chan Wook olduğunu öğrenince durup bir daha düşündüm. ama yok, ben sevmedim zevk meselesi demek ki.. filmin benim için tek artısı Bi Rain’i tanımış olmamdı. kendisiyle ilk burada tanıştık ve o tuhaf kahkülleriyle bile bana kendini sevdirdi. “vay anasını taş gibi çocuk” demiştim kendisine:) kısaca, yine tuhaf ve anlaşılmaz film sevenler izleyebilir bu filmi..

şu an aklıma gelenler bunlar.. özellikle ilk iki filmden uzak durmanızı önemle tavsiye ediyorum.. boşuna psikolojinizi bozup bir de üzerine hayatınızdan iki saat çalmayın:)