Kategori arşivi: havadan sudan

Bloğumun Yıldönümü ve 3’ü Bir Arada Mim..

Bugün bloğumun yıldönümüymüş, kardeşim hatırlatmasa bu yoğunlukta hayatta aklıma gelmezdi herhalde 🙂 Ama iyi ki de hatırlatmış.. Blog sayesinde ne kadar tatlı arkadaşlar edindiğimi, başkaları tarafından tuhaf bir alien olarak görülsem de beni anlayan insanlarla bir şeyler paylaşabilmenin ne güzel bir his olduğunu bir kez daha hatırlamış oldum.. Geçen sene bugün sevgili Nilü sayesinde içine girdiğim blog aleminde ilk yazımı yazmışım, 2. 3. yıllarda da yeni yazılar yazmak, sizlerle yorumlarda buluşmak dileğiyle.. Farklı olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu burada sizinle birlikteyken daha iyi anlıyorum, beni yalnız bırakmayan, samimi bir şekilde içini açan, her konuda yorumlarını, güzel sohbetini eksik etmeyen tüm arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum..

O zaman yazacağım bu mimi de yıldönünümüze ithaf etmiş olayım 🙂 Sevgili Mydestiny bana 1 değil 2 değil tam 3 mim bir arada göndermiş 🙂 Bu mimi görünce aklıma “Nescafe bile 3’ü bir arada ben hala yalnızım” esprisi geldi ama hemen aklımı başıma toplayıp yazmaya koyuldum 🙂 Hazırsanız başlayalım..

Mim I – En Sevilenler

1- En sevdiğin şeyler nelerdir? Nelerden hoşlanırsın?

Dondurma yemek, ailenin dondurma canavarıyım denebilir 🙂 Film izlemek vazgeçilmezim, eksikliği hemen hissedilir bünyemde. Sonraa kafa dengi insanlarla oturup sohbet etmek, iki yüzlü değil samimi olduklarını bilerek içimi onlara açabilmek.. Her şeyden ziyade bir parça huzur.. Ne yaparsam yapayım huzurlu olmak isterim, yoksa ne yaptığımın da bir önemi yok aslında, kafam bir şeye takılmışsa zaten ne yaparsam yapayım ben ben olamam.. Son olarak yazmak.. Şiir, hikaye, blog, ufak notlar.. Yazmak bazen konuşmaktan çok daha fazla rahatlatıyor insanı..

2- Bilgisayarda vaktini nasıl geçirirsin?

Geçen seneye kadar blog okumuyordum ve bilgisayarda yaptığım şeyler şunlardan ibaretti:

– Ödev yapmak, çeviri yapmak, sunum hazırlamak

– Youtube videolarını bol bol taciz etmek. Ft Island konserleri araştırmak, indirmek, arşiv yapmak

– Çeşitli sitelerden alt yazılı diziler bulmaya çalışmak (önceden çok zor bulunuyordu diziler, Türkçe alt yazı bulmak falan hayal gibiydi 🙂 )

– Ekşi sözlük okumak.

Geçen seneden itibaren ise bloglar hayatıma girdi ve:

– Blog yazmak

– Blog okumak

– Hikaye yazmak

– Blog hikayelerini okumak

Vs. vs. gibi şeyler de aktivitelerim arasına girdi 🙂

3- En sevdiğin filmler?

– Titanic

– Shutter Island

– Oldboy

– Madhouse

– Scent of a Woman

– Antique Bakery

– Turn Left Turn Right

… Daha da onlarcası yazılır buraya en iyisi kısa kesmek 🙂

 4- Şu sıralar almak istediğin şey?

En son güzel bir harici bellek almak istiyordum ama sağolsun ablacığım doğum günümde almış bana Toshiba 1 TB, pek bi sevindim 🙂 Ama isteklerim bitmiyor tabii ki.. Güzel bir laptop, Donna Karan NY elmalı parfüm, mümkünse tüm Ft Island albümleri.. falan filan olsa iyi olurdu işte 🙂

 5- Şu sıralar ne dinliyorsun?

Yeni bitirdiğim Scent of a Woman’ın müziklerini dinliyorum bu aralar. Tatlı Junsu’dan You are So Beautiful iyi gidiyor.. Sonraa, Ft Island Grown Up albümü her daim playlistimde.. Türkçe şarkılardan da Burcu Güneş’in Oflaya Oflaya şarkısını sevdim, onu dinliyorum ara ara..

 Mim II – Sordum Cevapla

1- Hayatın bir filme çekilse adı ne olurdu ve hangi müzikler yer alırdı?

“Umudunu Yitirme” olurdu herhalde. Her hayal kırıklığında “Bu da mı gol değil!” diye isyan etsem de kendimi toparlamayı başarıyorum sanırım.. Ya da bana öyle geliyor kim bilir..

Fon müziği ise Oldboy-Searchers olurdu..

 2- Bir şeyleri değiştirmeye gücün olsa neyi değiştirirdin?

Hayatımdaki birkaç şeyi.. Onlar da bana kalsın..

 3- Seni en çok etkileyen sinema sahneleri nelerdi?

– Oldboy’daki kutu açma sahnesi, Dae Su’nun aile albümünü görmesi..

– Scent of a Woman’daki tango sahnesi. Al Pacino bi harikaydı..

– Piyanist’te Alman subayının Szpilman’a piyano çaldırdığı sahne..

 4- Yaşadığın şehir bir günlüğüne yalnızca sana tahsis edilse ne yapardın?

– İstiklal Caddesi’ni turlardım, bomboşken. Hiç insansız düşünemiyorum o uzun caddeyi, birine çarpmadan yürümeyi düşünmek bile tuhaf 🙂

– Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçerdim, tek başıma, tek bir araba ve insan olmadan..

5- Şu sıralar takip ettiğin diziler nelerdir?

 – Suskunlar. Çok heyecanlı gidiyor valla, izlemeyenler hemmen başlasın derim 🙂

– Protect the Boss. Daha dün başladım, nasıl gidecek merak ediyorum..

– Two and a Half Men. Ahhh Walden 🙂

 Mim III – 5N1K?

 Kim?

Ben…

Nerede?

… Güney Kore’de

Ne Zaman?

… En kısa zamanda

Nasıl?

… En ön sıradan

Ne?

… Ft Island konseri izlemek istiyorum

Neden?

… Seviyorum ulennn 🙂

Misafir blogcu geldi haanım!

Hikaruivy yazısıyla bizlerle^^

Merhabalar. Ben hikaruivy. Masalevi’nin bloguna bugünlük misafir oluyorum. Öncelikle şu yazıda bu mim’i bana paslayarak blogundaki kalbi kadar temiz bu sayfayı (ahahah 😀 ) bana ayırdığı için Masalcığıma teşekkürlerimi ileteyim. Sonra da Lee’ye çemkireyim: Nerden sardın başıma bu işi o’lum?? İnanın ki şu ana dek yaptığım mim’lerden beni en çok zorlayanı bu oldu. Ne yazsam ne yazsam diye düşünmekten bir hal oldum! Öyle ya, benden masal’a bir hatıra kalacak bu satırlar; öyle sıradan bir şeyle geçiştiremem. Hem benim tarzıma, hem de onun bloguna uygun bir yazı olmalı. Ne yazmalı ki şimdi?? Aklıma gelen hiçbir şeyi beğenemedim; hatta kuralların aksine “bana bir konu ver masal!” diye kızcağızın başının etini yedim! (Lisede de kompozisyon yazarken en nefret ettiğim şey “hadi herkes istediği konuda bir şeyler yazsın” denmesiydi: Konuyu bulmak için harcadığım zamanda iki tane yazı yazardım ben yav… :P) En sonunda Lafea sağolsun, onun da yardımıyla, bana özgü bir konudan bahsetmeye kadar verdim: İkisi bir arada, yani Amerika+Kore!

New York’un ne kadar kozmopolit bir şehir olduğunu bilirsiniz (“herıld yani hikaru, bu da laf mı şimdi” dediğinizi duyar gibiyim. Tamam yav vurmayın :P) Her milletten insanın yaşadığı, her birinin kendi ghetto’larını oluşturduğu bu şehirde, her ülkeyi hiç gitmeden gezmiş kadar olmak mümkündür: Yunanistan’ı mı merak ediyorsunuz? Astoria Avenue’ya bir uğrayın derim. Çin ve İtalya’nın komşu olduğu bir dünya mı hayal ediyorsunuz? Birbirini çevreleyen sokaklarıyla Chinatown ve Little Italy’deki İtalyan restoranları, Çin marketleri, yan yana dükkanları işleten çekik gözlü ve İtalyan aksanlı insanlar size bu keyfi büyük bir mutlulukla yaşatırlar! Böyle bir şehirde Koreli’lerin de kendilerine yer edinmemesi mümkün değildir elbet: Üstelik Kore mahallesi tam da Manhattan’ın göbeğinde, 32. Caddededir. Caddenin 5. Ve 6. Avenue’lar arasında kalan bölümü “Korea way” (Kore yolu) olarak anılır. New York’a yolu düşen ünlü Koreliler’in bile sıklıkla ziyaret ettiği (Song Joong Ki yakın zamanda burada görülmüştü mesela… böhüü…) bu mahalle, benim de sık sık uğradığım ve çok sevdiğim yerlerin başında geliyor.

Korea Way’de hem Koreli göçmenlere, hem de New York’lulara yönelik pek çok dükkan bulmak mümkün: Birçok Kore  (ya da Japon) restoranı, kitapçılar, hediyelik eşya dükkanları, hatta Citibank’ın dışı Korece yazılarla dolu bir şubesi bile var burada. Ve elbette Koreliler’in olmazsa olmazı Karaoke barlar, Spa’lar, hatta bir de Kore müzesi bulunuyor. Ayrıca New York’ta pek bulamayacağınız türden Avrupai tarzda, muhteşem pastalar, tuzlu çörekler yapan “Paris Baguette Café” diye bir cafe de var. Sokaklardaki insanların çoğunluğu çekik gözlü. Yollarda İngilizce’den çok Korece işitiyorsunuz. Yine de şehrin ortası olması yönüyle çok da kendi içine kapalı bir bölge sayılmaz. Yani New Jersey – Paterson’daki Türk mahallesi için anlatılan, Amerikalı biri gelince “Abi turist geldi!” lafının duyulması hikâyesi burada mümkün değil 😀 Böyle bir şey için sanırım Queens’teki Kore mahallelerine gitmek gerekir -ki bu mahallelerde yaşayan toplam Koreli nüfusunun 230,000 civarı olduğu tahmin ediliyor… Yine de, Batı yakasındaki şehirlerin, örneğin Los Angeles ve San Francisco’nun sayıları milyonlarla ifade edilen Koreli göçmenlerine göre New York’taki bu sayı devede kulak kalıyor…

İşte size birkaç fotoğraf. Önce, birkaç genel görünüm:

Aşağıda ise birkaç sokak enstantanesi görüyorsunuz. (İnsanların dikkatini çekmeden bu fotoğrafları çekmek benim için oldukça zordu! Iphone’u kendilerine doğrulttuğum zaman “noluyoruz?” bakışı atan insanları görünce utanıp telefonda bir şeyler arıyormuş gibi yaptığım çok oldu… 😛 )

Bu kısacık sokakta bile yemek yenecek çok yer var: Pek çoğu da Zagat adı verilen ölçüm standardına göre yüksek puan almış, gerçek Kore yemekleri yiyebileceğiniz yerler:

Korea way’de fast food Kore yemekleri satan bir kompleks de var ki, girip bir tabak yemek yemeden edemedim 😛 Yediğim yemeğin ismi “Teppanyaki chicken” (artı yanında lapa pirinç ve soğan çorbası…); aslında Japon yemeği ama bakmayın, Japonların kimchi’yi sahiplenip “kimuchi” ismiyle dünyaya tanıtması gibi Koreliler de Japon yemeklerini benimseyip Kore restoranlarında satmaktan imtina etmiyorlar!

Bir kitapçıya girmeden gezimiz hiç biter mi? Harika Korece kitaplar satan, gıcır gıcır bir dükkandı burası. İngilizce yazılı manhwa’lar bulma umuduyla girdim; ama maalesef satmıyorlarmış 😛 Ben de Yoo Ah In’in yakın zamanda sinemalara gelmiş olan Wandeugi isimli filminin uyarlanmış olduğu kitap, sonracıma Jang Geun Suk’un posteri gibi tanıdık motiflerle eğlenip birkaç çıkartma ve kitap ayracı alarak bu güzel kitapçıdan ayrılmak zorunda kaldım.

İşte New York’taki Kore mahallesinden izlenimlerim böyle. Şimdi sıra geldi bu mim’i paslamaya: Sevgili kaktüsçiçeği makinosev’im, bu defa da ben seni bloguma davet ediyorum. -Aynı gıcıklığı sana da yapma pahasına belirteyim ki- istediğin her konuda yazı yazabilirsin (Artık kendisi hakkında anlatmadığın bir şey kaldı mı bilmiyorum ama So Ji Sub’lı bir yazı bile olur; eniştemizin başımızın üzerinde yeri var :P). Merakla bekliyorum çingu 😉

Gu Jun Pyo’nun Balık Kekinden Yemek İsteyenler^^

En sevilen aktörler listesinde Gu Jun Pyo eminim ki herkesin en az ilk üçündedir. O öyle tatlı, öyle şapşal, öyle romantik bir karakterdir ki insana kendisini daha ilk bölümden sevdirir.. İşte ben de geçen günler dahilinde Boys Over Flowers’ı bilmem kaçıncı defa izlediğimde bu kuzunun yediği şu tuhaf şeyi merak ettiğimi fark ettim. Ufak bir araştırmanın ardından bu çubuklu şeyin genellikle sokak satıcıları tarafından satılan ve soju ile tüketilen “Eomuk” isimli bir yiyecek olduğunu öğrendim.. İngilizce ismi “Fish Cake”, yani ana maddesi balık..

Kore’de eomuk malzemesi olarak beyaz etli balıkları tercih ediyorlar. Çoğunlukla mürekkep balığı kullanıyorlarmış. Diğer malzemeleri de genel olarak un, çeşitli yeşillikler ve baharatlar imiş. Bu yiyeceğin bir de sulu versiyonu var, baharatlı bir suyun içerisinde servis ediliyor eomuk, yemeği yeyip suyunu içiyor insanlar.

Neyse gelelim esas konumuzaa.. Ben de eomuk yapmayı denedim! Hem de çok güzel oldu, tarifini de sizlerle paylaşmasam olmaz şimdi 🙂

Tabi bizim balık kekimiz birazcık Türk usulü oldu, o kadarını da kabul edin artık 🙂 Neyse gelelim malzemelerimize..

Malzemeler

-İki adet palamut (Ben sevdiğim için palamut kullandım. Siz başka beyaz etli bir balık kullanabilirsiniz.)

-Yeşil soğan

-Üç adet yumurta

-Maydanoz

-Un

-Tuz, karabiber, toz kırmızı biber,kuru  nane

-Galete unu

Yapılışı

-Önce kılçıkları ayıklanan balıkları suda haşlıyoruz. Yalnızz!!! Palamutta inanılmaz çok kılçık vardı, ben epey vakit harcadım temizlemek için, siz de çok dikkat edin, kılçık kalmasın balıkta.

-Yeşil soğanı ve maydanozu ince ince doğruyoruz. Sonra haşlanan balıkları sudan çıkarıp soğutuyoruz, ki balık hemen haşlanıyor, 10 dakika falan yeterli. Balıkları ince ince doğrayıp derince bir kabın içine alıyoruz. Kaba yeşil soğan, maydanoz, bir yumurta, tuz, karabiber, toz biber, kuru nane ve un ekliyoruz. Ve tüm malzemeleri yoğurmaya başlıyoruz.

-Sonra elde ettiğimiz hamurdan parçalar koparıp parmak şeklini veriyoruz. Parmak şeklindeki hamurları önce kırdığımız yumurtaya sonra da galete ununa buluyoruz ve ısıttığımız yağda kızartıyoruz. (Koreliler kızartırken susam yağı kullanıyor ama ben bulamadığım için ayçiçek yağı kullandım.) 

-Vee Türk usulü eomuk servise hazır! Ben “Gu Jun Pyo gibi çubukla yemek istiyorum” diyeniniz varsa o hali de mevcut efendim buyrunuz 🙂

Ben çubuk olarak bildiğimiz chopsticklerden kullandım, bence orijinalinde de bunlar kullanılıyor 🙂 Eomuklarımız piştikten sonra onları çubuğa taktım, çubukla pişirmesi zor olurdu çünkü.

Her ne kadar Türk usülü pişirmiş olsam da eomuk denen şeyin gerçekten lezzetli bir yiyecek olduğuna karar verdim. Yazımı bitirirken son olarak buradan güzel insan Lee Min Ho’ya sesleniyorum: Kuzucum, stalkerların olarak yediğini, içtiğini her bir şeyini takip ediyoruz, ama korkma sasaeng* değiliz, sadece seni seviyoruz.. Değil mi gençler 🙂

Hepimize afiyet olsun^^

***

*Sasaeng: Hayranı oldukları idolün her hareketini 7/24 takip eden takıntılı hayranlar.

Yine Yeni Haberler^^

Uzun zamandır güncelleyemiyorum bloğu, hatta dizi bile izleyemiyorum bugünlerde. Sebebi nedir diye düşünüyorum.. Öncelikle tatile gittim, geldim. Sonraa, hikayemi yazıyorum ve hikaye yazmak gerçekten de emek isteyen zor bir işmiş. Bugüne kadar hep kendi hikayelerimi yazıp kendime sakladığım için rahattım ama yayınlamak kasıyor biraz 🙂 Neyse işte iş güç tembellik derken günler çok hızlı geçiyor.. Ben kısa bir özet geçeyim en iyisi. Öncelikle pazartesi günü geleneksel blog buluşmalarımızdan birini daha gerçekleştirdik. Bu defa buluşma yazısı yazma görevini Hayal üstlendiği için detayları ondan alınız 🙂 Yalnızz.. Lee‘nin bir sürprizi oldu bu buluşmada.. Soyut Sevgi hikayesi ile kazanmış olduğu SS501 Destination albümünü bana ve kardeşime hediye etti 🙂 Kendisine tekrar teşekkür ediyorum buradan, kamsahamnida çinguu!! Çok mutlu ettin bizi 🙂

Pekii başka neler oldu? Ft Island’ın Hall Tour ve Beautiful Journey konserlerinin DVD’leri çıktı!!! Aylardır yeni bir konser DVD’si çıksın diye taklalar atan ben rahatladım sonunda, detayları sonra yazacağım 🙂 Sonraa, Güney Kore’de Chuseok Bayramı sona erdi ve Noriko Goes to Seoul dizisi de yayınlandı bayram süresinde. Special drama dendiğinde bu kadar kısa süreceğini düşünmemiştim, 90 dakika biraz fazla special oldu benim için ama neyse.. Minicik dizimizin minicik fragmanı da yayınlandı:

Hong Gi’nin saçlarının önündeki o kocaman kahkülünü pek sevmedim açıkçası ama iyi yine de saçları, yani daha kötülerini de gördüm 🙂 Noriko adlı Japon ablamızsa 1964 doğumlu, bayağı bayağı Hong Gi’nin annesi yaşında.. Kısaca aşk hikayesi izleyemeyeceğimiz bence tescillendi, yani öyledir herhalde değil mi? 🙂

Hong Gi dizide en sevdiğim şarkılarında biri olan  Don Quixote’s Song‘un başından 40 saniyecik bir şey söylemiş. Sesi enstrümansız yine harika elbette..

 

Dizinin alt yazıları henüz yok 😦 Neyse bekleyelim bakalım.. Zaten kısacık bi şey değil mi ama 🙂

Bir süre yokum, görüşmek üzere^^



tatil benim için 4’te yatıp 11’de kalkmak sanırım buna karar verdim 🙂 gece uyumamak sabah da erken uyanmamak eşittir huzur yani 🙂 KPSS’den sonra bir hafta dinlenebilme fırsatı buldum, yani birazcık.. gerçi okula gidip mezuniyet belgesi alma çabaları, sonra o belgeyi onaylatma girişimleri, transkript alma uğraşları falan yine beni okuldan ayıramadı.. (bence) dünyanın en yavaş öğrenci işlerine sahip okulum yine beni şaşırtmadı kısacası 🙂 malum dışarısı 50 derece, evden çıkmak ölüm oldu benim için.

bu hafta kardeşimle Yalancı Yarim haftası yaptık. malum bu dizi yayındayken ben ÖSS maratonunda zavallı bir gençtim ve TV izleme fırsatım pek olmuyordu. bu vesileyle tamamını izledim. süper oldu, herkese tavsiye ederim. yalnız Barış gibi gelecek vaad eden, pırıl pırıl, gencecik bir çocuğun şu an yaşamadığını bir kez daha hatırlayıp üzüldüm yine. ve tüm dertlerimin, dert ettiğim aptal şeylerin anlamsızlığını fark ettim. hayat gerçekten çok boş, capcanlı gülen gözler de yok oluyor işte, ağlayan gözler de.. en iyisi bu hayattan mutlu ayrılabilmek, kimseyi kırmadan, üzmeden..

diziyi izlemenin en güzel kısmı da Barış’ın güzel sesinden şarkılar dinleme fırsatı oldu benim için.. Erkin Koray, Teoman, Mor ve Ötesi, Funda Arar.. hepsi bir harikaydı.. buyrun siz de bir nostalji yapın derim, iyi geliyor.. son olarak mekanın cennet olsun Barış, seni hiç unutmayacağız..

birkaç hafta yokum ben.. sıkılırsam daha da erken dönebilirim gerçi. memlekete gidiyorum. ben dönene kadar kendinize iyi bakın. masalevim size emanet 🙂

iki sınav arası güzel bir mim: sorularla masalevi^^

keşke gerçekten bir masalevim olsa da sessiz sedasız uyusam saatlerce dediğim günlerdeyim sayın okuyucular.. uykusuzluk beni benden aldı resmen.. dün saat 2 buçuk civarında yatıp 6’da kalktıktan ve saatlerce ceza hukuku çalıştıktan sonra insanları çift görmeye ve algıda sorunlar yaşadığımı fark etmeye başladım.. şu kafayla bir şeyler yazmaya çalışmam da ilginç, tuhaf bir mazoşistlik var bende ya hayırlısı 🙂

tamam tamam ben iyiyim.. sessiz sakin evimde uyuyorum şu an aslında.. ( bir üst boyut: şizofreni 🙂 ) evime kahve (özellikle üçü bir arada denilen o sınav kahveleri), okunan her türlü belge, kağıt, not  vs., ve üzerinde fotokopi kokusu bulunan hiçbir madde giremez.. bak o zaman algısal sorunlarım da düzelir eminim 🙂

dertlerimle başınızı şişirdim, bu yazdıklarımı bir ay sonra okuyunca “ay ne sapıtmışım” diyeceğim eminim 🙂 gündem konuları bittiğine göre esas mevzuya geçelim..birkaç hafta önce sevgili Hikaru‘dan yeni bir mim geldi.. yine eğlenceli sorular bizi bekliyor.. hani desti izdivaç programlarında çiftler birbirine soruyor ya o cinsten, benim sevdiklerimden kısacası 🙂 bu arada en sona bir de kendi sorumuzu eklememiz gerekiyormuş, ben ne eklesem acaba 🙂 neyse biz bir başlayalım gerisi gelir;

Takıntınız var mı? Varsa anlatıverin lütfen

takıntısı olmayan insan var mı ki kardeşim ohooo 🙂 elbette bende de vardır ufak çaplı birkaç tane.. meselaa;

yemek yiyeceğim yerlerde kaşık çatal ve bıçakları silmek: evet pek hoş bir takıntı değil gerçekten, diğer insanlara vebalıymış gibi davranmak anlamına gelen bu takıntımdan ben de pek hoşlanmıyorum ve kurtulmaya çalışıyorum, yavaş yavaş bunu başardım da.. azimli kızın hali başka 🙂

sonraa, telefonumun alarmını kurduktan sonra (özellikle kesinlikle erken kalkmam gereken durumlarda)  defalarca kontrol etmem! kendi kendine güvenmeyen septik insan= ben 🙂

evin kapısını çekip kilitledikten sonra tekrar açıp ocağı, kapıları, ütüyü vs. defalarca kontrol etmem..

sıkıldığımda bir şarkıya yüz kez baştan sona mırıldanmam, hem de etrafımda neler konuşuluyor, ne yapılıyor umursamadan, ayrı bir boyutta gezercesine 🙂 ki bu arkadaşlar tarafından en çok dalga geçildiğim noktalardan biridir 🙂

gerginken, sıkıldığımda vs. bacağımı bıkmadan usanmadan sallamaya, titretmeye devam etmem, biri beni “yeterrr!” şeklinde uyarana kadar..

düşünsem daha da bulurum aslında.. oha listeye bir bakın, takıntılar kraliçesi miyim, obsesif kompulsif miyim neyim ben? 🙂

Evde yangın çıksa kurtarılacaklar listenizin ilk 3 sırasında hangi eşyalarınız var?

bilgisayarım

çantam

mezuniyet elbisem (bir daha asla arayamam haayıır 🙂 )

Pizzanızı neli seversiniz?

peynir, salam, yeşil zeytin, mısır, sucuk

En çok hangi tür filmleri seversiniz?

korku gerilim.. özellikle psikolojik gerilim.. öyle kanlı bıçaklı testere tarzı filmler değil. mesela shutter island, mad house, a tale of two sisters, gothika, oldboy.. vs. bu filmlerden her biriyle ilgili yazılar yazma, yapma yorumlar yapma niyetindeyim.. hadi bakalım 🙂

En sevdiğiniz çizgi film kahramanı hangisi?

çok var ya.. ama tabiki ilk aşkım kaptan Tsubasa’mı asla unutamam.. ben ilkokula yeni başlamıştım bir anime yayınlandığında.. Tsubasa aylarca çalıştığı bir maçı haksız biçimde kaybetmişti. saatlerce ağladığımı hatırlarım.. ne tatlı şeydin sen Tsubasa 🙂

sevdiğim diğer kahramanları da yazayım da alınmasınlar sonra 🙂

Terry (Candy’nin uzun saçlı cool sevgilisi)

Fred Çakmaktaş

George Jetson ve oğlu Elroy 🙂

Gözlüklü Şirin 🙂

şimdilik bu kadar..

Lakabınız var mı? Varsa bunu da söyleyiverin lütfen 

öyle üzerime yapışmış bir lakabım yok aslında.. lisede bir ara kelimeleri hafızamda tutabilme becerim yüzünden “redhouse” lakabına maruz kalmıştım 🙂 bu aralar ise pek de uzun olmayan boyum sebebiyle arkadaşlar “bıdık” derler..

Yapmayı çok istediğiniz, hep hayal ettiğiniz bir şey var mı?

olmaz mı olmaz mı.. mesela milletvekili olup yıllarca sadece el kaldırarak babamın maaşının 10 katını kazanmak.. öhö öhö sol tarafımdan geldi bu ses dikkate almayın 🙂 sağ tarafıma döndüm hemmen ve tozpembe hayallerimi açıklıyorum:

yine yine yine Uzakdoğu gezisi diyeceğim. e bir çekikseverden ne beklersiniz.. ama öyle üç beş günlük bir gezi değil, tüm uzakdoğu ülkelerinin sokaklarını tek tek arşınlamak istiyorum.. çok mu şey istiyorum kardeşim 🙂

diğer maddi hayallerim eminim hepinizin hayallerini de süslediğinden yazmama gerek yok 🙂

Zaman makinanız olsa ve tek bir zamana/mekâna gidip gelme seçeneği verilse hangi zamanı seçerdiniz?

29 mayıs 1453.. İstanbul.. gemilerin karadan yürütüldüğü o ana gitmek isterdim.. düşünmesi bile tüylerimi diken diken etmeye yetiyor..

ikinci bir şans daha verilseydi de 12 eylül 1980’e gitmek isterdim.. yer yine İstanbul.. sabah sokaklar bomboş, televizyonda Kenan Evren o meşhur konuşmasını yapıyor.. bu konuda o kadar çok kitap okudum, film belgesel izledim ki gerçekten o günler okuduğum izlediğim gibi mi hep merak etmişimdir.. tarih pek iç açıcı değil farkındayım bu arada 🙂

Dünya üzerinden silmek istediğiniz 3 şey nedir?

aklıma gelen ilk soru 🙂 bu soru üzerine bir sürü kişisel cevap verilebilir aslında.. şu an hangimiz birilerinin bir şeylerin yok olmasını istemiyoruz ki.. ama ben öyle yapmayacağım, tüm insanlığı düşünerek çoğumuzu mutlu edecek cevaplar vereceğim.. kafamın üzerinde bir halka ışıldıyor şu an 🙂

öncelikle Koreli senaristlerin toptan yok olmasını, yerine yeni senaristlerin gelmesini diliyorum.. ya da onlara ikinci bir şans vermem gerekirse yazdıkları dizilerin son bölümleri 10 kişilik bir jüri tarafından denetlenecek ancak 10’u da beğenirse yayınlanabilecek.. (Hong Sisters yok olmasın ama, onlara da son bölüm yazma yasağı getireceğim çözümüm hazır nihaha) kardeşim süper bir dizi de sonunda batırmasın şaşıracağım, isyanımlardayım o kadar yani 🙂

sonraa, şu Amerika denen kıta da yok olsun.. Hikarucum artık kusura bakma 🙂  seni de eşdeğerde daha az emperyalist bir ülkeye naklederiz canım ne olacak.. hayallerimizin de sınırı yok ya 🙂

son cevabım da Nihat Doğan olsun.. onu Dominik Sahillerine göndermek yetmez, direk süblinleşip yok olmalı bence 🙂 neyse daha fazla yorum yapmadan bitireyim bu yazımı 🙂

her ne kadar sürç-ü lisan ettimse affola.. sınavlardan sonra görüşmek üzere.. bu eğlenceli mimi Tarih84‘e ve Deniz‘e paslıyor, hepinize iyi geceler diliyorum^^

 

Vizeler, Ales, Filmler, Klipler, “Muscle Girl”… Ohoo:)


ne acayip bir başlık oldu ha 🙂 ama bugün mazur görün beni, 3 saat uykuyla sabahın köründe Ales’e girdim, hem de üç vasıta değiştirerek.. sonra bilmece bulmaca dolu acayip bir sınava girdim ve eve geldiğimden beri uyuyorum 🙂 kafam 1500 kısacası.. olsun, ilk vize haftamı kazasız belasız atlattım en azından, yani öyle umuyorum, geriye kaldı bir hafta.. şu sınav haftaları da olmasa öğrencilik gibisi yok ha 🙂

dün gece biraz kafam dağılsın dedim ve kendime bir komedi filmi seçtim: “Going by the Book”. moduma uygun iyi bir film seçmişim gerçekten. iyice güldüm gece gece.. hoş bir komedi olmuş gerçekten, uzamadan tadında bitti hem de..

– spoiler-

film bir soygun tatbikatından ibaret aslında.. işini fazlasıyla ciddiye alan bir polis memuru bir soygun tatbikatı için soyguncu olma emri alır ve bu işi de en iyi şekilde yapmaya çalışır elbette.. tabi gerisi komedi.. ölü taklidi yapan insanların saatlerce yerde yatması falan acayip komikti 🙂 sonra sözde vurulan adamın “ölmedim ben çelik yelekliydim” demesi üzerine bankadaki bir çocuğun: “başına mı yelek miydin, başından vurulmamış mıydın” demesi de çok iyiydi. ve filmin bomba esprisinde sıra.. çok konuşup sorun çıkaran bir kadının önünde mekik çekmeye başlayan yaratıcı soyguncumuzun tatbikat gereği meğerse mekik çekerek kadına tecavüz etmiş olduğunu öğrendiğimde ise gülme komasına girdim resmen 🙂

– spoiler-

kısacası sevdim bu filmi.. benim gibi bunalıp kafasını boşaltmak isteyenler için birebir 🙂

ve benim yine yoğunluktan yeni öğrendiğim bir hadise daha.. Jang Geun Suk Japonca single çıkarmış! bugüne kadar bu işe el atmadığı için artık kendisinden böyle bir atak beklemiyordum açıkçası. gerçi “Do Re Mi” filmini izlediğimden beri şarkı söylemesi gerektiğini düşünmekteyim. sahneye çok yakışıyor, her şarkı söyleyişinde yılların şarkıcısı havasını bırakıyor arkasında.. bence doğru bir tercih yapmış. şarkıya gelice.. Jang çok yumuşak, tatlı bir sese sahip.. bu şarkıda ise gürültülü enstrümanlar sesini kapatmış bence. slow, romantik bir şarkıyla çıkış yapması daha hoş olabilirdi.. bir de.. o saçlarını kestirse biraz.. gerçekten çok uzamış 🙂

ve günün diğer haberi.. “Muscle Girl”ün ilk bölümü internete düşmüş 🙂 altyazısız olsa da ucundan köşesinden izlemeye çalıştım. konusunu bildiğim için de anladım biraz. öncelikle bir oh çektim, Hong Gi o iğrenç pembemsi balyajlar attırdığı ve tuhaf şekilsiz bir biçimde uzattığı saçlarını kestirmiş ve kahverengiye boyatmış 🙂 çooook tatlı olmuşş! yine bi popstar rolünde, bu sefer tatlı Jeremy gibi sevimlilikler yapmak yerine şovalyelikler yapacak dizide anladığım kadarıyla 🙂 yalnız ilk bölüm 20 dakika falandı, çok az ama 😦 neyse, bir an önce tüm bölümleri bitse de izlesek..

bu resmi de twitter’ında paylaşmış, dizi setinden sanırım.. hımmm, beğendim^^

vee son haber.. sevgili Hikaru yeni hikayesini yazıyor.. güzel haberi aldım bugün, buyrunuz:  Güneş ve ay’ın öyküsü…

daha diğer hikayemiz “My Lovely Roommate“i bitirememiş olsam da, bitirir bitirmez başlayacağım yenisine. blog dünyasına geç adım attığım için yavaş ilerliyorum. daha okuyacak bir sürü şey var.. çok hoş 🙂

işte böyle.. karmakarışık bir yazı oldu.. uyku sersemliğime verin artık 🙂 bir de insan ortamlardan böyle uzak kalınca hemencecik yazmak istiyor olanları 🙂 görüşmek üzere^^