Mim: Tuhaf Sorular.. (Gerçekten Tuhaf Ama:)

Selamlar^^ Evet hala yaşıyorum, tabi buna yaşamak denirse diyerek arabesk bi havaya sokabilirim her an bloğu ama neyse kendimi tutayım 🙂 Evet bi kabusun içindeyim, hala uyanamadım, sadece uyanacağım günü bekliyorum.. Neyse tatsız sorunlarımla sizi de sıkmayayım şimdi, secret felsefesine inanalım her şey güzel olacak^^

Mime başlamadan önce kısa bi sohbet yapabiliriz ama.. KPSS denen lanet sınava girdim ben:/ Hatta birkaç gün sonra sonuçlar açıklanacak ve ben yüreğim ağzımda bekliyorum. Yaz tatili için planladığım hiçbir şeyi yapamadım bu sene, dizilerim, filmlerim, gezi planlarım hep yalan oldu 😦 Love Rain, Big, Ghost.. Listemde bekliyor kuzular.. Spoiler yememek için twittera bile giremiyorum anlayın artık 🙂

Neyse gelelim yazının esas amacınaa.. Sevgili Hayal sağolsun yokluğuma rağmen beni de unutmamış ve mimlemiş 🙂 Konumuz tuhaf sorular ve benim onlara vereceğim tuhaf cevaplar 🙂 Buyrun başlayalım 🙂

Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız?

Zor soru.. İstediğim her şeyi yapabilmem için paraya ihtiyacım olacak ve ben KPSS mağduru bi öğrenci olarak kredi bile çekebilecek potansiyele sahip değilim henüz 🙂 Neyse şaka bir yana önce gidip kalbini kırdığım herkesten özür dilerdim teker teker. Aslında onlar benim kalbimi kırmıştı ama değil mi? Neyse yine de dilerdim ben.. Ve sonra mümkünse hemen aşık olurdum. Evet bi yıl sonra öleceğim ve evet böyle atraksiyonlara hiç gerek yok ama ben yine de şöyle Kore dizilerinde gördüğümüz türden bi aşk yaşamadan ölmek istemezdim. Bir balık burcuna yakışır bi cevap oldu bu sanırım 🙂

Fobileriniz, takıntılarınız var mı, varsa nelerdir?

17 Ağustos depreminden bu yana karanlıktan korkardım, bi süre öncesine kadar gece lambası olmadan uyuyamazdım ama artık bu korkum geçti sanırım. Ama böyle hayalet, cin peri hikayeleri beni gerçekten korkutuyor:/ O yüzden Musallat, Paranormal Activity gibi korku filmlerini izledikten sonra bi süre uyuma problemi çekebilirim 🙂 Hoşlanmıyorum kardeşim 🙂

Takıntılarımı da daha önce yazdığım bi mimde anlatmışım, aynen kopyalıyorum 🙂

Takıntısı olmayan insan var mı ki kardeşim ohooo 🙂 Elbette bende de vardır ufak çaplı birkaç tane.. Meselaa;

Yemek yiyeceğim yerlerde kaşık çatal ve bıçakları silmek: Evet pek hoş bir takıntı değil gerçekten, diğer insanlara vebalıymış gibi davranmak anlamına gelen bu takıntımdan ben de pek hoşlanmıyorum ve kurtulmaya çalışıyorum, yavaş yavaş bunu başardım da.. Azimli kızın hali başka 🙂

Sonraa, telefonumun alarmını kurduktan sonra (özellikle kesinlikle erken kalkmam gereken durumlarda) defalarca kontrol etmem! Kendi kendine güvenmeyen septik insan= ben 🙂

Evin kapısını çekip kilitledikten sonra tekrar açıp ocağı, kapıları, ütüyü vs. defalarca kontrol etmem..

Sıkıldığımda bir şarkıya yüz kez baştan sona mırıldanmam, hem de etrafımda neler konuşuluyor, ne yapılıyor umursamadan, ayrı bir boyutta gezercesine 🙂 Ki bu arkadaşlar tarafından en çok dalga geçildiğim noktalardan biridir 🙂

Gerginken, sıkıldığımda vs. bacağımı bıkmadan usanmadan sallamaya, titretmeye devam etmem, biri beni “yeterrr!” şeklinde uyarana kadar..

Düşünsem daha da bulurum aslında.. Oha listeye bir bakın, takıntılar kraliçesi miyim, obsesif kompulsif miyim neyim ben? 🙂

Bir sabah kalktınız ve dünya da hiçbir insanın kalmadığını öğrendiniz. Ne yapardınız?

Ne mutlu olurdum sormayın!! Son zamanlarda bi gün olsun yalnız kalamadım, bi gün olsun kafamı dinlesem diye hayaller kurduğum günlerdeyim 😦 Özellikle çocuk tayfasından hiçbir canlı mümkünse yaklaşmasın bana, görmek bile istemiyorum://

Dünyada kimse kalmasa Büyük Ada’ya gider (Tabi kimse kalmayınca ne ile nasıl gideceğim orası meçhul ama 🙂 ) sahilde tüm gün sessizce güneşlenirdim. Ayy ne güzel..

Dünyayı dolaşmak isteseydiniz, ilk hangi ülkeden başlardınız? Ve neden?

Londra’dan başlardım. Birçok yabancı dil öğrencisinin de benim gibi düşündüğüne eminim, hele lisede ne hayaller kurardık 🙂 Sisli, bulutlu bir gökyüzü, Ortaçağ’dan kalma gotik binalarıyla İngiltere gerçekten ilgimi çekiyor..

İtiraf edin, prens /prensese dönüşür tesellisiyle, kaç kurbağayı öptünüz?

Yok artık:/ Bu soruyu yazan kişi ne içtiyse ben de ondan istiyorum 🙂 Kurbağa öpülür mü bee 🙂

En son yaşadığınız küçük düşürücü, unutamadığınız bir olay?

Bi düşüneyim.. Öyle çok utanç verici bi şey yaşamadım ama dersanemizin en taş çocuğunun arkasından “Oyy ne çocuk yaa üff!!” falan diye konuşurken çocuğun arkamızdan çıkıvermesi beni epey utandırmıştı. O da güldü neyse ki 🙂 Sonra bi takıldık baya baya salakmış ya bu çocuk, tüm hayranlığımız boşaymış resmen 🙂 Allahımm oppalarımız da böyle değildir değil miii:/ Düşünsenize Kore’ye gidiyorsun, bi dizi çekimine denk geldin, Lee Min Ho ile tanıştın ve çocuk yukarıda bahsettiğim oğlan gibi her şeye gülen şebek bi tipmiş falan.. Ayy yok artık beee 🙂

Asla yanınızdan ayırmadığınız 3 şey?

Cep telefonum, cüzdanım, akbilim 🙂 (öğrenciyiz abla napalım 🙂 )

Hayatınızın bir kitap/film olmasını isteseydiniz, hangi kitap/film olurdunuz?

Kitap olarak Jane Austin’in Pride and Prejudice‘ini (Aşk ve Gurur) seçerdim. Hayat onlara güzel her gün bi balo bi davet, kızlar zengin bi koca bulmaktan başka bir şey düşünmüyorlar. Özeniyorum bu aralar valla 🙂

Film olaraksa, My Sassy Girl‘ü seçerdim. Her nazıma katlanan, ne yaparsam yapayım benden vazgeçmeyen ve beni anlayan bi sevgili.. Biraz şapşal ama olur o kadar 🙂 Rüya gibi yani..

En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve sizi ilk denek olarak, kendi gezegenine götüreceğini öğrendiğinizde ne yapardınız?

Ay ne kadar mutlu olurdum anlatamam 🙂 Bu aralar bu gezegeni terk etme itiyacım hat safhada, o arkadaş ilaç gibi gelecek bana 🙂

İsviçre’li bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı deneyen ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra ilk yapacağınız şey nedir?
Dünyayı dolaşırdım herhalde.. Nasılsa görünmezim yol masrafı yok yemek masrafı yok ekmek elden su gölden hayatımı yaşarım anasını satim 🙂

Bir mim yazısının da böylece sonuna geldik sayın okurlar.. Yakında, bloğuma daha sık uğrayabileceğim günlerde yine görüşmek üzere.. Esen kalın, mutlu kalın.. Mutlu olmak için öyle büyüüük sebepler aramayın. Kendi yatağınızda uyumanız, kendi dolabınızı açmanız bile sizi mutlu etmeye yeter inanın bana..

Ortaya Karışık^^

Bi süredir yoktum. Neden derseniz anlatmak o kadar uzun sürer ki hem siz sıkılırsınız hem ben. Ama bu kısa zamanda öğrendiğim birkaç şeyden bahsedebilirim kısaca. Mesela sırtınızda bi yük varsa onu taşımak için ısrar etmeyim diyebilirim artık. Atın gitsin, bu dünyada hiçbirimiz hiçbir şeye mahkum değiliz. Kangrenli parmakla yaşamak o kadar zor ki onu kesip atmak inanın insana koymuyor, sonuç parmaksız yaşamak olsa bile..

Artık ağlamıyorum. İnternetime kavuşur kavuşmaz yaptığım ilk şey kuzumu dinlemek oldu. Hem de en en sevdiğim şarkılarını en yalın sesiyle söylediği bu videoyu izledim. Siz de dinleyin, bu seste huzur var..

Bu süreçte birkaç Türk dizisine sardım bu arada. İlki Suskunlar‘dı. İlk bölümlerini çok severek izledim ama bu aralar biraz fazla karmaşık bi hale geldi diye düşünüyorum, yine de iyi gidiyor. Türk dizilerinin geldiği o sakız kıvamına gelmesine daha çok var sonuçta, en az 2 sezon 🙂

Asıl favorim gecenin bi yarısı rastladığım Uçurum adlı dizi. Çok geç bi saatte veriliyor konusu gereği ve bu yüzden çok da bilinmiyor. Şu ana kadar izlediğim en heyecanlı dizilerden biri, üstelik yapay değil ve ajitasyondan da uzak duruyor..

Dizi kısaca Rusya, Moldova gibi ülkelerden kandırılarak getirilen kızların nasıl fuhuş çetelerinin ağına düştüklerini anlatıyor. Eva Moldova’da kardeşiyle birlikte yaşayan yeni mezun bir doktor. Oradaki fakirlik yüzünden kardeşi Felicia ile birlikte Türkiye’ye geliyorlar ama burada onları çok kötü bir sürpriz bekliyor: Kadın tacirleri.. Eva zar zor bu adamlardan yakasını kurtarıyor ama kardeşi Felicia onların elinde kalıyor. Dizinin kalanında Eva’nın taksici Adem (Mehmet Ali Nuroğlu), Kuyudibi berberi Tak Tak Arif ve kendini olayların içinde bulan Pınar ile birlikte kardeşini kurtarma çabası ekrana geliyor. Tabii çete lideri Yaman, kadınların bir nevi maması Nur, Yaman’ın otizmli kardeşi Kutlu ve onlarca hayat kadınının yaşadıkları da dizinin içinde yer alıyor..

Oyy amma anlattım ha 🙂 Yani vaktiniz varsa açın izleyin, ben bölümlerin çoğunu netten izledim, çok sürükleyici 🙂 Son olarak şunu da söyleyebilirim, gerçekten dünyanın dibiyle uçurumun dibi arasında tek bir adım var..

3 Idiots çok uzun zamandır izlemek istediğim bi filmdi. İzledim ve bayıldım!! Bi filmin nasıl hem şahane bi konusu olur, hem güldürür, güldürürken bi de düşündürür hatta ağlatır görmüş oldum, izlemeyenler hiç kaçırmasın derim 🙂

Filmin benim için en can alıcı kısmı yıllardır arkadaşlarla konuştuğumuz şeyleri bi de Ranço’nun ağzından duymak ve ne kadar doğru olduğunu bilmekti aslında.. Eğitim sistemi o kadar yanlış ve saçma bi düzen üzerine kurulu ki insan izlerken bile üzülüyor. Yüksek öğrenim demek bi iki kuram okumak, kuramcı adı ezberlemek, sırf geçmek için bi iki aptal proje yazmak mı demek? Seçtiğimiz meslek adına ne yapıyoruz, hiç!! Mezun olduğumuzda bi bakıyoruz sudan çıkmış balık gibiyiz, hiçbir tecrübemiz yok. İşe girsek meslek adına hiçbir şey bilmiyoruz, ayrıca meslekten de soğumuşuz çünkü yıllardır işimiz adına hiçbir şey yapmamışız.. Yazık.. Her sınavdan istisnasız AA alan bi arkadaşıma bunu nasıl başardığını sormuştum. O da samimi bir şekilde dedi ki: “Hoca ne sormuş olursa olsun araya birkaç kuramsal terim, kuramcı adı sıkıştırıyorum, konuyu çok iyi bildiğim izlenimini veriyorum. Hiç okumam oysa!” Alın sistemin durumu!

Filme gelirsek Ranço’ya bayıldım tek kelimeyle! Ranço’nun Raju’nun babasını motosikletle hastaneye götürdüğü sahne mükemmeldi. Adam zaten bi deri bi kemik kalmış bayrak gibi sallanıyordu motosikletin tepesinde 🙂 Bi de Farhan’ı komadan uyandırmaya çalıştıkları sahneler çok iyiydi ya, Farhan arada kaynıyordu az daha.. Çok güldüm 🙂

Şimdilik aklıma gelen bunlar.. Herkese mutlu günler diliyorum. Mutluluk elde etmesi en zor şeylerden biri çünkü..

 

Can You Hear My Heart: Kalbiyle Duyanların Hikayesi..

Yine bir dizi yazısı ile karşınızdayım sayın okurlar. Hem de bu dizimiz tam 30 bölüm, ama bu sizi hiç korkutmasın çünkü ben tamamını bi haftada bitirdim, öyle merak uyandırıcı ve sürükleyici..

Can You Hear My Heart’ın konusu hakkında detaylı bilgi almak isteyenleri sevgili mydestiny’nin yazısına davet ediyorum. Ben sadece ufak bir karakter haritası vereceğim; çünkü kişiler, olaylar o kadar karmaşık ki her şeyi anlatmam saatler sürebilir 🙂 Spoiler kısmına geçmeden de diziyi şiddetle tavsiye ettiğimi söyleyeyim, izleyin izletin sayın okurlar, özellikle Dong Joo kuzusu için.. Oyy yerim 🙂 Tüm bölümleri şu linkten indirebilirsiniz..

 

SPOILERR!!

Öncelikle minik kuzum, bademli keşkülüm Cha Dong Joo’dan bahsedeyim. Küçükken geçirdiği bi kaza yüzünden sağır oluyor ve şirketlerinin varisi olduğu için bunu kimseye belli etmeden yaşamak zorunda kalıyor. Etmiyor da, o söylemese daha kimse onun işitme engelli olduğunu anlamazdı. Bir de öyle masum, öyle temiz bir yüzü var ki Allah gerçekten özenmiş de yaratmış sanki.. Ben bu çocuğu çok sevdim, diziyi izleme sebebim büyük ölçüde odur yani..

Küçüklüğü de pek bi tatlıydı, daha o yaşlarda ne kadar merhametli, alçakgönüllüydü. İçinde gram hırs yok, kötülük yok.. Bu entrika dolu dizide böyle masum bi karakter nasıl başrolde karşımıza çıkmış ilginç.. Ben Dong Joo’nun büyüdüğünde bi piyano virtüozu olacağını düşünmüştüm, tabii sağırlığı bu hobisine engel oldu. Ya da en azından başka bi sanat dalıyla uğraşan, her şeyden uzak bi adam olmalıydı o. Bu karmakarışık ailede böyle bir şey mümkün değildi elbette..

Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, ben bu çocuğun gülüşünü çok feci şekilde Bae Yong Joon’a benzettim (ve tabii doğal olarak Kim Hyun Joong’a), o güldükçe Bae’cim gülüyor gibi hissettim, aynı sımsıcak gülüş.. İkisinin de lakabı “killer smile” imiş sonradan öğrendim, bu ikisini karşına alıp güldüreceksin oy oyy 🙂

Bu beyefendi de nam-ı değer Bong Ma Ru ya da diğer adıyla Jang Jun Ha. Kim olduğu konusu ise o kadar karmaşık ki of off 🙂 Kısaca Dong Joo’nun manevi abisi, üvey kardeşi.. Bu çocuk daha küçüklüğünden belli olduğu gibi soğuk, hırsı biri oldu. Tam da olmasını beklediğimiz gibi biri olarak karşımıza çıktı Ma ru. Tabii bu kadar yakışıklı olmasını beklememiştim, o siyah saçları, asi havasıyla esti geçti valla 🙂 Ama.. Karakteri konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Dizi boyunca en çok söylendiğim kişi oldu Ma Ru. Karaktersiz mi desem ne desem bilemedim. İnsan ne olursa olsun hiç ailesini bırakır mı ardında. Şiddet görse, ona kötü davranılsa falan tamam, ama sadece fakirler diye, hele de babası özürlü olduğu için ondan utanıp kaçması çok kötüydü. Bi de Dong Joo ve annesini öz ailesi gibi sevdi. Tamam Dong Joo sevilir ona bi lafım yok ama insan ailesini başkaları için nasıl 2. plana atar hala anlamıyorum..

Yine de gerçek ailesinin ondan vazgeçmemesi hoştu, onu 16 yıl boyunca beklediler, hiç usanmadan bıkmadan.. Ma Ru’nun nasıl biri olduğunu son bölüme kadar bir türlü anlayamasam da Dong Joo’ya karşı çok iyi bir abi olması ve Woo Ri’yi sahiplenip ailesine geri dönmesiyle kalbimi azıcık kazanmayı başardı.. Gerçek annesini affetmedi bir tek, o konudada  bir şey diyemem en doğrusu da buydu, o kadın affedilmez yaa..

Anne demişken bu dizinin sorunu anne babalardır kesinlikle. Kimse kimsenin öz annesi ya da babası değil. Herkesin 3 babası 2 annesi var falan.. Dizinin konusunu birine anlatmak imkansız bu yüzden, ben denedim olmadı amman siz denemeyin 🙂

Bu da esas kızımız Bong Woo Ri.. Saçları çok tuhaf değil mi 🙂 Arkadaşı Seung Chul uzay mekiğine benzetmişti kızın saçını alem çocuk 🙂 Bu kız fazla sosyal, fazla sıcak kanlı, hiçbir kan bağı olmadığı halde kendisine baktıkları için babasını ve büyükannesini ölümüne sevip koruyacak kadar da iyi.. Daha ne olsun..  Sağır olan anneciğini de fabrikada çıkan bir yangında kaybediyor, özürlü babasıyla bir başına kalıyor. Yani işitme engeli bu kız için hiç sorun değil, o Dong Joo’nun da duyamadığını değil, çok iyi gördüğünü söylüyor.. Dudak okuyabildiği için.. Öyle tatlı..

Bu da Woo Ri’nin babası (tabii ki gerçek babası değil) Bong Young Gyu. Biraz saf olsa da kalbi iyilikle dolu bir adam. Hem de sağlıklı olduklarını iddia eden erkeklerden çok daha sadık bir eş. Ölen karısını hiç ama hiç unutmuyor, ona sonsuza dek sadık kalıyor.. Woo Ri ile aralarındaki ilişki çok hoştu, aralarında kan bağı olan bir sürü baba kızda böyle bir ilişki yok maalesef, ne yazık ki..

Bu da Woo Ri’nin en yakın arkadaşı Seung Chul. Ben bu çocuğu çok sevdim yaa, hiçbir entrika ile işi olmayan, tavukçusundan ve platonik akşı Woo Ri’den başka bir şey düşünmeyen masum bir çocuk.. Tüm o karmaşanın içinde esprileriyle, sevimli halleriyle diziye tat kattı, sonunda da sanırım Min Soo ile aralarında bir şeyler oldu, hayırlısı 🙂 Ben Min Soo’yu hep Ma Ru ile yakıştırmıştım ama senaristlerin işine karışılmaz tabii..

İşte bu karakterler bir araya geliyor ve 30 bölümlük sımsıcak bir dizi ortaya çıkıyor.. Her ne kadar son bölüme kadar Dong Joo’nun duyabileceği umudunu hiç kaybetmesem de böylesi de çok güzel oldu. Sonuçta bu engel aşklarına da engel değil ya 🙂

Can You Hear My Heart duyamasa da sevdiği kızın kalbinin sesini duyabilecek kadar tatlı bir çocuğun hikayesi.. Kaçırmayın diyorum.. Herkese iyi seyirler^^

Kpop Zamanı: En Güzel Klipler:)

Yine yeni yepyeni bir mim yazısı ile bloğuma girmiş bulunmaktayım.. Sevgili Harmony beni şu yazısında mimlemiş. Çok fazla klip izlemeyen biri olsam da (Ft Island klipleri dışında tabii^^ ) aklımdakilerden güzel bir derleme yapayım dedim.. Bakalım hangi şarkıların klipleri beni kendisine aşık etmiş 🙂

 ✿✿ NEŞELİ ✿✿

“Love Girl” izlediğim en neşeli kliplerden birisi. Ayrıca klip birçoğumuzun gizli fantazisini ortaya çıkardı: Posterini assam bana da gelir misin Yong Hwa-sii 🙂

Koreliler grup olayını iyice abarttılar, bir grupta bu kadar üye olur mu yaa o.O SNSD isimli oldukça ünlü grubumuzun “Gee” adlı klibinin de gerçekten çok hoş bir enerjisi var. Hem bu şarkı vakti zamanında Lee Min Ho’nun en sevdiği şarkıymış, duyrulur 🙂

 Yaa şu küçücük çocuklara bi bakar mısınız 🙂 Hepsi en fazla lise çoğunda olan bu tatlı şeyler kendileri gibi tatlı bir de klip çekmişler şarkılarına.. Oyyşş 🙂 Karşınızda Boyfriend ve şarkıları “Boyfriend”^^

  ♥♥ ACIKLI ♥♥

Ahh bu klibimizin hikayesi de kendisi kadar acıklı. Öyle ki ülkesinden kilometrelerce uzakta, Türkiye’de nelere maruz kaldı zavallı klip, ne korkunç arabesk şarkılara fon oldu garibim 😦 Oysa “Kiss” isimli grubumuzun “Because I am a Girl” şarkısı ne de güzel gitmiş bu klibe.. Klipte sevdiği kız için çok büyük bir fedakarlık yapan harbi bir oppamız mevcut, kendisi Shin Hyun Joon. Bu çocuğun hangi dizisini, filmini izlesem hep bi fedakarlık yapıyor zaten. Yeter artık, bi kendini düşün be canım 🙂

Sıra geldi benim tatlı kuzularıma. Her kategoriye bir adet Ft Island klibi koymamak için kendimi çok zorlasam da “Thunder”ı es geçemedim. Burada bizim bıdık barda tanıştığı bir kızla ertesi gün okulda karşılaşıyor. Ve kız kim tahmin edin: Okula yeni gelen öğretmen!! Dizi gibi klip valla, kalanını da buyrun siz izleyin 🙂

Bu klibi çook eskiden izlemiştim, tabii o zamanlar Lee Seung Gi’yi tanımıyordum ama klip çok hoşuma gitmişti. Yalnız Lee Seung Gi de tanınacak gibi değil haa, şu saçlara, kılığa bi bakın, çekingen bi liseli beyimiz 🙂 Aşkı için epey zorluk çeken, dayaklar yiyen kuzumuzu buyrun bir de siz izleyin 🙂 Difficult Words to Say karşınızda^^

 ❤‿❤ ERİTİCİ ❤‿❤

Bu kategoride oyumu SS501’den yana kullandım, “Song Calling For You” klibine hem de.. Mekanlar çok güzel, çocuklar oy oyy, şarkı deseniz harika 🙂 Bu klip çok iyi yaa! Canlı performanslarını da izlemenizi tavsiye ederim, oradaki dansları da çok tatlı^^

Gummy isimli şarkıcıyı pek tanımam hatta hiçç 🙂 Ama Nilü‘nün bloğunda karşılaştığım bu klibe bayıldım, dizilerdeki soğuk hallerine inat Kim Hyun Joong bu klipte harikalar yaratmış, nasıl tatlı gülüyor, gel de erime 🙂 “As a Man” şarkısı da çok güzel gerçekten..

 ◠‿◠ ETKİLEYİCİ ◠‿◠

Big Bang’in bu klibini çok seviyorum, çekim teknikleri, mekan falan şahane. “Love Song” da çok iyi bir şarkı ayrıca 🙂

 Cn Blue’dan bir klip daha koymasam olmaz şimdi 🙂 “First Step” hareketli ve bir o kadar da etkileyici bir klip..

  ^o^ ŞAŞIRTICI ^o^

Her yazımda bu klipten bir kez bahsetmesem olmaz herhalde, “Hello Hello”yu çok seviyorum ama napim 🙂 Klibin neden şaşırtıcı olduğuna gelirsek, sonunda Hong Gi ölüyor mu ölmüyor mu ona bir türlü karar veremem beni şaşırtıyor. City Hunter’ın yönetmeni gibi birileri çıkıp bi açıklama yapsın yeter artık ama 🙂

Bu klip te Oh Won Bin kuzusunun aylar sonra sahnelere tekrar döndüğü klip: “I Love You and I Love You Again”.. Buradaki tarzı, şarkısı her şeyi beni çok şaşırtmıştı. Ft Island’daki tarzının o kadar dışında ki..

Benden bu kadar.. Bunlar dışındaki “Tıpkısının Aynısı” kategorisi için çok düşünsem de bir klip bulamadım 😦 Artık onu da bu mimi pasladığım arkadaşlar düşünsünler diyor ve mimi sevgili cadımız Oh Yoon Joo ile kaktüs çiçeğimiz Makino‘ya paslıyorum.. Kolay gelsin çingular 🙂

Bloğumun Yıldönümü ve 3’ü Bir Arada Mim..

Bugün bloğumun yıldönümüymüş, kardeşim hatırlatmasa bu yoğunlukta hayatta aklıma gelmezdi herhalde 🙂 Ama iyi ki de hatırlatmış.. Blog sayesinde ne kadar tatlı arkadaşlar edindiğimi, başkaları tarafından tuhaf bir alien olarak görülsem de beni anlayan insanlarla bir şeyler paylaşabilmenin ne güzel bir his olduğunu bir kez daha hatırlamış oldum.. Geçen sene bugün sevgili Nilü sayesinde içine girdiğim blog aleminde ilk yazımı yazmışım, 2. 3. yıllarda da yeni yazılar yazmak, sizlerle yorumlarda buluşmak dileğiyle.. Farklı olmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu burada sizinle birlikteyken daha iyi anlıyorum, beni yalnız bırakmayan, samimi bir şekilde içini açan, her konuda yorumlarını, güzel sohbetini eksik etmeyen tüm arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum..

O zaman yazacağım bu mimi de yıldönünümüze ithaf etmiş olayım 🙂 Sevgili Mydestiny bana 1 değil 2 değil tam 3 mim bir arada göndermiş 🙂 Bu mimi görünce aklıma “Nescafe bile 3’ü bir arada ben hala yalnızım” esprisi geldi ama hemen aklımı başıma toplayıp yazmaya koyuldum 🙂 Hazırsanız başlayalım..

Mim I – En Sevilenler

1- En sevdiğin şeyler nelerdir? Nelerden hoşlanırsın?

Dondurma yemek, ailenin dondurma canavarıyım denebilir 🙂 Film izlemek vazgeçilmezim, eksikliği hemen hissedilir bünyemde. Sonraa kafa dengi insanlarla oturup sohbet etmek, iki yüzlü değil samimi olduklarını bilerek içimi onlara açabilmek.. Her şeyden ziyade bir parça huzur.. Ne yaparsam yapayım huzurlu olmak isterim, yoksa ne yaptığımın da bir önemi yok aslında, kafam bir şeye takılmışsa zaten ne yaparsam yapayım ben ben olamam.. Son olarak yazmak.. Şiir, hikaye, blog, ufak notlar.. Yazmak bazen konuşmaktan çok daha fazla rahatlatıyor insanı..

2- Bilgisayarda vaktini nasıl geçirirsin?

Geçen seneye kadar blog okumuyordum ve bilgisayarda yaptığım şeyler şunlardan ibaretti:

– Ödev yapmak, çeviri yapmak, sunum hazırlamak

– Youtube videolarını bol bol taciz etmek. Ft Island konserleri araştırmak, indirmek, arşiv yapmak

– Çeşitli sitelerden alt yazılı diziler bulmaya çalışmak (önceden çok zor bulunuyordu diziler, Türkçe alt yazı bulmak falan hayal gibiydi 🙂 )

– Ekşi sözlük okumak.

Geçen seneden itibaren ise bloglar hayatıma girdi ve:

– Blog yazmak

– Blog okumak

– Hikaye yazmak

– Blog hikayelerini okumak

Vs. vs. gibi şeyler de aktivitelerim arasına girdi 🙂

3- En sevdiğin filmler?

– Titanic

– Shutter Island

– Oldboy

– Madhouse

– Scent of a Woman

– Antique Bakery

– Turn Left Turn Right

… Daha da onlarcası yazılır buraya en iyisi kısa kesmek 🙂

 4- Şu sıralar almak istediğin şey?

En son güzel bir harici bellek almak istiyordum ama sağolsun ablacığım doğum günümde almış bana Toshiba 1 TB, pek bi sevindim 🙂 Ama isteklerim bitmiyor tabii ki.. Güzel bir laptop, Donna Karan NY elmalı parfüm, mümkünse tüm Ft Island albümleri.. falan filan olsa iyi olurdu işte 🙂

 5- Şu sıralar ne dinliyorsun?

Yeni bitirdiğim Scent of a Woman’ın müziklerini dinliyorum bu aralar. Tatlı Junsu’dan You are So Beautiful iyi gidiyor.. Sonraa, Ft Island Grown Up albümü her daim playlistimde.. Türkçe şarkılardan da Burcu Güneş’in Oflaya Oflaya şarkısını sevdim, onu dinliyorum ara ara..

 Mim II – Sordum Cevapla

1- Hayatın bir filme çekilse adı ne olurdu ve hangi müzikler yer alırdı?

“Umudunu Yitirme” olurdu herhalde. Her hayal kırıklığında “Bu da mı gol değil!” diye isyan etsem de kendimi toparlamayı başarıyorum sanırım.. Ya da bana öyle geliyor kim bilir..

Fon müziği ise Oldboy-Searchers olurdu..

 2- Bir şeyleri değiştirmeye gücün olsa neyi değiştirirdin?

Hayatımdaki birkaç şeyi.. Onlar da bana kalsın..

 3- Seni en çok etkileyen sinema sahneleri nelerdi?

– Oldboy’daki kutu açma sahnesi, Dae Su’nun aile albümünü görmesi..

– Scent of a Woman’daki tango sahnesi. Al Pacino bi harikaydı..

– Piyanist’te Alman subayının Szpilman’a piyano çaldırdığı sahne..

 4- Yaşadığın şehir bir günlüğüne yalnızca sana tahsis edilse ne yapardın?

– İstiklal Caddesi’ni turlardım, bomboşken. Hiç insansız düşünemiyorum o uzun caddeyi, birine çarpmadan yürümeyi düşünmek bile tuhaf 🙂

– Boğaz Köprüsü’nü yürüyerek geçerdim, tek başıma, tek bir araba ve insan olmadan..

5- Şu sıralar takip ettiğin diziler nelerdir?

 – Suskunlar. Çok heyecanlı gidiyor valla, izlemeyenler hemmen başlasın derim 🙂

– Protect the Boss. Daha dün başladım, nasıl gidecek merak ediyorum..

– Two and a Half Men. Ahhh Walden 🙂

 Mim III – 5N1K?

 Kim?

Ben…

Nerede?

… Güney Kore’de

Ne Zaman?

… En kısa zamanda

Nasıl?

… En ön sıradan

Ne?

… Ft Island konseri izlemek istiyorum

Neden?

… Seviyorum ulennn 🙂

Scent Of A Woman: Hayat Ertelenecek Kadar Uzun Mu?

Çıktığı günden beri gözüm vardı bu dizide. “Şu alt yazıları tamamlansın da izleyeyim” deyip duruyordum. Malum tek başıma izlemediğim ve İngilizce altyazıları çevirmekten nefret ettiğim için bu bekleyiş sürecine girmek zorunda kaldım. Ama bu altyazılar ideal sevgili gibi bir türlü gelmek bilmedi:/ Geçenlerde tekrar baktım yine olduğu yerde sayıyor.. Ufak bir araştırmadan sonra bir iki sitede dizinin tamamlandığını görüp hemen başladım 🙂

Uzuuun Ramazan gecelerinde twitter muhabbetlerinde adı geçiyordu Scent of a Woman’ın.. Herkes meşhur tango sahnesinden Wookie’nin tatlılığından bahsedip beni meraktan çatlatıyordu, ama haklılarmış yaa.. Lee Dong Wook’u My Girl’de de severdim ama burada ayrı bir mest etti beni, derdime dert ekledi kerata.. Senin gibi adamlar nerede diye isyeeeeannnn ettirdi.. Halil Sezai’ye çevirdi beni 🙂

Ayy yorumlara başladım hemen neyse dizinin konusundan bahsedip dedikoduya devam edelim kardeşler.. Konumuz aslında benim hiç ama hiç sevmediğim bir konu, hatta bir dizide bu konu varsa koşarak uzaklaşıyorum o kadar yani.. Ölümcül hastalıklardan bahsediyorum elbette. Esas kızımız Lee Yeon Jae yıllardır aynı turizm şirketinde çalışan, korktuğu için kendisine yapılan zorbalıklara, haksızlıklara ses çıkaramayan 34 yaşında bir kızcağızdır.. Bir gün şirkete gelen başkanın oğlunu görür ve bir anda aşık olur. Kang Ji Wook uzun, yakışıklı, kültürlü vs. vs. hayallerdeki oppadır kısacası.. Ama.. Kızımız bir kaza nedeniyle tesadüfen gittiği hastanede safra kesesi kanseri olduğunu öğrenir. Hem de bunu odunluğuyla ünlü ilkokul arkadaşı Cha Eun Suk haber verir ona.. Ve Yeon Jae kendi hayatında bir devrim yapıp hesaplarındaki tüm parayı çeker ve bastığı gibi hayallerini süsleyen Okinawa’ya gider.. İş için aynı şekilde Okinawa’da olan Ji Wook ile tanışacaklar ve olaylar gelişecektir..

Dizinin ilk 13 bölümünü şuradan kalanını ise şuradan izleyebilirsiniz.. Herkese iyi seyirler^^

SPOILER!!!

Kim Sun Ah’yı ilk kez bu dizide izledim ben, çok hoş kadın, oyunculuğu çok iyi, sevdim yani.. Kanser temalı olmasına rağmen dram olmak için kasmayan bir dizide oynamak kolay değildir bence, iyi kalktı altından..

Dizi hakkındaki genel yorumuma gelirsek 1-10 arası kesinlikle mü-kem-mel-di! Ayıla bayıla izledim, entrika, yalan dolan yoktu.. Aşık olmak isteyen iki insanın aşkı vardı sadece.. 10-16 arası yani Ji Wook’un her şeyi öğrendiği bölümler ise daha dramdı, daha hüzünlüydü, biraz daha yavaştı.. Yine de çok güzeldi, neden böyle oldu dedirtmedi yani..

Okinawa bölümleri bir harikaydı, çok eğlendim onları izlerken.. Kızın sapık gibi adamı takip ettiği sahnelerde falan çok güldüm 🙂 Teknede kızı rehber sandığı sahne de çok komikti, kız tam ona “Ben rehber değilim” diyecekken adamın en cool haliyle dönmesi çok hoştu, kız donakaldı.. Ahh Wookie yaa 🙂

Vee kızın en üzgün en mutsuz haldeyken sahildeki o adamla yaptığı tango. Off of.. Hiç tanımadığı, dilini bile bilmediği bir adamla tüm acılarını paylaşması, adamın da tüm bunlara rağmen onu anlaması.. Çok çok güzeldi.. Hele o fondaki tango müziğiyle birlikte nasıl güzel olmasın? Bu müziği Al Pacino’nun Kadın Kokusu’nda duymuştum ilk kez. Orada da adam ölmeden önceki son tangosunu yapmıştı bu müzikle. Yeon Jae de “Yaşamak istiyorum” diye haykırdı dans ederken. Bu müzik ölümü hatırlatıyor bana bu yüzden, dinlerken bile kötü oluyorum..

Zaten tangoyu çok severdim bu diziyle hastası oldum denebilir. Ji Wook ile kızın tango sahneleri ne güzeldi.. Derslerdeki tango provalarında konuşmadan sadece dans ederek anlaşmaları.. Vee o meşhur tango sahnesi.. Bir dans ancak bu kadar tutkuyla yapılabilir.. Bayıldımm!!!  Muhteşemdi..

Bu dizi sayesinde JYJ Junsu’yu da tanımış oldum. Ft Island hariç pek bi pop grubu dinlemediğim için çoğundan bihaberim.. Ama Jun Suh çok tatlıymış yaa, o ses tonu falan ne tatlı, pamuk gibi bi şey.. Al içine sok öyle yani 🙂 Fan Meeting çok güzeldi yaa, Junsu kıza şarkı söyledi off of.. Ben hayal ediyorum da, karşımda Hong Gi yemekteyiz, telefonumu eline alıp şarkı söylemeye başlıyor! Cidden bayılırım herhalde, rezil olurum çocuğa aman aman 🙂 Hayal etmek bile insanı heyecanlandırıyor yaa 🙂

Lee Dong Wook’u acemi aşık hallerinde görmek ne güzelmiş yaa. My Girl’de çok cooldu, çok kendini beğenmişti, ama burada bildiğiniz tatlı romantik aşık olmuş kuzu yaa.. Kız arayıp ona uğrayacağını söylüyor çocuk panikten ne yapacağını şaşırıyor.. Şaşkın şey 🙂  Bir de kıza ilanı aşk ederken kulağına Junsu’yu taktı ya, hani bu kadar da olmaz dedirtti, sen insan mı dedirtti, dedirtti de dedirtti 🙂 Ha bir de duş sahnesinden bahsedeyim unutmadan, sevgili senaristler yönetmenler bir harikasınız siz! Bu sahnelerin devamını diliyor, hatta biraz daha uzatılmasını talep ediyoruz 🙂 Çocuk acayipti kısacası 🙂

Yüzük meselesi de dizinin olmazsa olmazı.. Epey bi gündemi işgal etti çünkü.. Ama Ji Wook hem kızların hem izleyenlerin kalbini fethetti yüzük meselesinde. Adamla konuşmak için taaa Sidney’e gitti düşünsenize! Bir de yüzükçü öldü deyip adamı kandırması çok hoştu 🙂 Tekrar haykırıyorum senin gibi adamlar nerede kuzum, haremimin gözdesi söyle ha nerede 🙂

Kızın adama çıkma teklif etmesi de çok güzeldi.. Diğer Kore dizilerindeki gibi evinde oturup depresyona girmedi esas kızımız.. Eski Yeon Jae’nin aksine, olduğundan bile fazla cesur davrandı. İnsanın önünde sayılı günlerin kaldığını bilmesi böyle bir şey demek ki.. Her istediğini yapma cesaretini kendinde buluyorsun, hiçbir şeyden çekinmiyorsun korkmuyorsun.. Güzel bi his olmalı her şeye rağmen..

Yeon Jae’nin yapılacaklar listesindeki her şeyi yapması çok güzel oldu. Gerçek hayatta böyle bir şey imkansız olsa da dizide bunu başarabilmesine sevindim. O listeyi görünce bile insanın aklına neler geliyor? Benim 3 ayımın olmadığı ne malum.. Ben neden böyle bir liste yapmıyorum? Neden hep erteliyorum? Hayat ertelenecek kadar uzun mu? Değil işte, sorunda bu aslında..

Gelelim dizinin sonuna.. Bir kanser dizisi ölümsüz bitti, bu bir ilk olmalı. Dizi burada da farkını gösterdi, sırf seyirciyi ağlatmayı amaçlamadığını göstermiş oldu.. İnsan sevgiyle, aşkla iyileşebilir belki de.. Belki de tüm bu hastalıklar biraz da sevgisizlikten bu kadar yaygın.. Kısaca dizinin sonunu beğendim, 6 ay ömrünün kaldığını düşünen Yeon Jae 7 aydır yaşadığını söyledi. Ölmemesi çok güzel oldu.. Ama ben doktorların bahsettiği o yeni ilaç tedavisinin mucizevi bir şekilde kızı iyileştireceğini düşünmüştüm ama mucizeler öyle bir anda gerçekleşmiyor maalesef. Tedavi sonundaki süreci göremedik dizi bittiği için. Ben yine de kızın iyileşmiş olduğuna inanmak istiyorum..

Benden bu kadar.. Hepinize tango gibi tutkulu, aşk dolu günler diliyorum..

A Little Thing Called Love: Sımsıcak Bir Film..

Sevgili okurlar, öncelikle eğer bu filmi hala izlememiş iseniz yazımı hemen burada kesip şu linkten filmi indirin ve harika bir 120 dakika geçirin diyorum.. Ben bu filmi çook sevdim çünkü 🙂 Yalnız.. Bu linkteki altyazıda bazı kısımlar eksik çevrilmiş.. İngilizce izlemek daha doğru olur bence, ben de bir dahaki sefere İngilizce altyazı ile izleyeceğim bulabilirsem..

Kısaca filmin konusundan bahsedeyim önce, konumuz klasik aslında.. Nam, Shone’a platonik aşık bir lise öğrencisidir.. Yalnız.. Kızımız biraz çirkin, yanii felaket:/  Hatta kendisi bile lisedeki hallerine “böcek suratlıydım” diyor o kadar yani 🙂 Shone ise okulun gözbebeği, on parmağında on marifet, üstüne üstük şımarık da değil, merhametli, tatlı vs vs.. Nam Shone’un kendisini fark etmesi için neler yapacak ve işler nasıl değişecek bakalım?

SPOILER!!

Öncelikle filmin tatlı fotoğrafçısı, futbolcusu güzel insan Shone, yani Mario Maurer..  Sanırım sana aşık oldum 🙂 Keşke harem yazımı şimdi yazsaydım, emin ol ilk sıralara oynardın 🙂 Kuzumuz ayrıca 88’li efendim öhöm öhöm:) (Gerekli araştırma yapıldı tamam 🙂 ) Şımarık ukala tiplerden çok sıkılmışım sanırım bu çocuğun tatlı gülümsemesi falan mest etti beni..

Filmin ilk yarısı insanın göz zevkini bayağı bir bozuyor.. Nam gibi güzel bir kızı nasıl böyle çirkinleştirmişler inanılmaz!! Kızlar Çinlilere benzemediklerini söylüyorlar zaten, yani Nam ve yakın arkadaşları.. Bir kere çok esmerlerdi.. Ama Nam nasıl güzelleşti hatta beyazlaştı yaa, Çirkin Betty halt etsin yanında.. Resmen aşkın gücü 🙂

Öğretmen In karakteri çok hoştu, biraz absürt olsa da filmin olmazsa olmazıydı bu çatlak kadın.. Onun draması sayesinde oldu zaten ne olduysa.. Ama oyuna bir iki kişinin gelmiş olması çok komikti 🙂 Onlar da uyuyorlardı falan 🙂 Ama burada Shone’un kankası Top oyunu izleyerek benden artı puan almayı başardı 🙂 Yalnız Top da harcanan oppalardan oldu yazık 😦 Ayağı burkuldu diye kızı sırtında taşırken kızın aklından neler geçiyordu: “Ayağım burkulduğunda Shone çantamı taşıdı..” Çok güldüm bu sahnede, aklıma Boys Over Flowers’taki Jan Di geldi. Jun Pyo onun için neler neler yaparken o da Ji Hoo’nun verdiği küçücük bir mendile takılı kalmıştı dizi bitene kadar..

Kızın film boyunca Shone’un düğmesiyle dertleşmesi çok güzeldi.. Ama neler geldi başına zavallı düğmenin, fırlatıldı, çöpe atıldı.. En sonunda bir gülün ucunda Shone’a takdim edildi.. Gerçi düğme onun değilmiş ama çok romantikti yine de 🙂

Shone’un kız için yaptığı deftere bayıldımm! Kıza nasıl yavaş yavaş aşık olduğunu kare kare eklemiş deftere, her bir resmin altında ayrı bir not.. Dramadaki elmayı o ısırmış mesela, notu da o yazmış yeerim 🙂 Aklımdaki tüm soru işaretleri silindi o defter sayesinde, çocuk bu kadar duygusuz olamaz diyordum hep, yani bir şeyler hissettiği belliydi..

Mesela Top Nam’a ilanı aşk ederken ne kadar üzülmüş, ya da Top onu öptüğünde nasıl bozulmuş, Kıza verdiği o gülü aslında Top vermemiş kendisi vermiş falan filan.. (Gül demişken o şeye gül fidanı da diyebiliriz, o neydi yaa köklü topraklı fidanı getirmiş kuzu 🙂 Neyse Shone getirdiyse sus Masal daha ne 🙂 ) Tüm bunlar o defterdeydi işte.. Ama.. Türkçe altyazısında bu bahsettiklerimin hiçbiri çevrilmemiş, İngilizce altyazısından tekrar okudum ben hepsini..

Şu kısım da çok güzeldi: Nam Top’un arkasında motorsikletle gidiyorlar, kız: “Keşke Shone’un arkasında olsam” diyor.. Aynı anlarda Shone da meğerse “Keşke arkamda Nam olsa” diyormuş.. Oyy Oy..

Filmin sonu da çok güzeldi.. Filmin başında gösterilen bebek Shone’un değilmiş çok şükür.. Ama kucağında bebekle ayrı bir tatlı olmuştu ya neyse 🙂 Canlı yayında kızın ilk sorusu “Evli misin?” oldu. Kalp atışları eşliğinde geçen o birkaç saniyeden sonra kuzumuz “Hayır, Amerika’dan gelmesini beklediğim biri vardı” dedi.. Koreliler gibi berbat bir şekilde bitirmediler filmi, çok güzel oldu..

A Little Thing Called Love “Flipped” tadında hatta ondan çok daha iyi bir filmdi.. Sanırım artık Kore dışındaki Uzakdoğu filmlerine olan ön yargımı tümüyle kırmalıyım.. Hepinize iyi seyirler^^

Doğum Günümüz Kutlu Olsun Lee Hong Gi-ssii!!!

 (*Alıntı: http://www.korea-fans.com)

İyi ki doğdun Hong Gi-ssiii!! Daha doğrusu iyi ki doğduk! Aramızda her ne kadar saat farkı olsa da şu an ikimiz de hala 2 Mart günündeyiz ve hala doğum günü çocuğuyuz değil mi ama 🙂 Tabi senin evinin odaları hayranlarından gelen hediyelerle doludur, belki şu an hayranların için özel yaptığın doğum günü kutlamasındasındır ha 😦 Tabi her yıl Jong Hoon ile ikinizin doğumgünü birlikte yapılıyor, bir sene de ikimizinki birlikte yapılsa nolurduuu!!!

İsyeeeaaaan modundan çıkıp biraz daha neşeli şeylerden bahsedeyim yau 🙂 Annelerimiz ne güzel bir zamanlamayla ikimizi aynı günde doğurmuş değil mi eheuehue 🙂 Ortak özelliklerimiz çok mu diye merak etmiyor değilim işin aslına bakarsan. Gözüme çarpan birkaç tane var aslında.. Mesela ikimiz de balık burcu olmamız nedeniyle dışarıdan sessiz, sakin, ağır insanlar olarak biliniriz. Ama içimizdeki katrina kasırgasını çok geç fark eder insanlar. Hatta hiperaktif bir çocuk olduğumuzu anladıklarında “Yeter bi dur yerinde!” anlamındaki bakışlara maruz kalırız değil mi 🙂

İkimizde de boy kompleksi var maalesef.. Aah ah o gizli topuklu ayakkabılardan giyiyorsun diye az iftira atmadılar sana kuzum.. (Gerçekten giyiyor musun bazen ben de merak ediyorum aslında ama neyse kapatalım bu konuyu 🙂 ) Vee bu sene ikimiz de gözlüklüyüzz!!! Tabii sen kısa pantolonlu günlerinden beri takıyorsun bu camları ama ben de sana yetiştim işte 🙂 0.75 ile başladım bu yola, arkandan emin adımlarla geliyorum 🙂

Tabi duygusal bi pıtır olman da her Mart ayı çocuğu gibi olmazsa olmazın.. Ben şarkılarını gerçekten yaşayarak söylediğine gönülden inanıyorum, tamam belki her seferinde aynı duyguyu dinleyicilerine veremeyebilirsin ama öyle zamanlar oluyor ki “Bu şarkıyı bu çocuk söylesin diye yazmışlar beee!!” diye haykırasım geliyor! Sen şarkı söylemek için doğmuşsun evlat bunu bil..

2011’de bana verdiğin güzel hediyeler için çooook teşekkürler kuzum. Hello Hello ve özellikle Heartache şarkıları ve Beautiful Journey Konser DVD‘si çok makbule geçti bee, öyle böyle değil 🙂 Ama bu sene de tembellik yok, en az  4 mini albüm ve 2 konser DVD’si isterim ona göre! Doğum günümüz hatrına beni kırmazsın herhalde 🙂

Tekrar iyiki doğdun o zaman.. Saeng il chukhae uri Hong Gi-ssiiiii^^

2011’den Geriye Kalanlar..

Selamlar^^ Yine yeni ve şahane bir mim yazısıyla daha bloğuma giriş yapmış bulunmaktayım 🙂 Sevgili Hikaru şu yazısında beni mimlemişti, ben de bu tembellikle anca yazabildim 🙂 Neyse başlamak bitirmenin yarısıdır diyor ve yazıya başlıyorum.. Öncelikle konumuz 2011’in enleri.. Bakalım geçen seneden aklımızda neler kalmış 🙂

Yılın Amerikan Dizisi: Çok fazla Amerikan dizisi takip ettiğimi söyleyemem aslında, ama bu yıl da severek izlediğim, her bölümünde katıla katıla güldüğüm “Two and a Half Men”i es geçemeyeceğim. Bu sezon Charlie öldüğü için dizinin tadı kaçar diye düşünmüştüm ama hiç öyle olmadı. Tabi bunda Ashton Kutcher‘ın payı büyük elbette 🙂 Öyle tatlı, saf, sempatik bir karakterle girdi ki diziye onu sevmemek mümkün değil..

Yılın Uzakdoğu Dizisi: Kesinlikle “Secret Garden”.. Oyunculuklar, konu, mekanlar, Hyun Bin, uri Oska.. Ve daha bir  sürü şey bu diziye bağımlı yapabilir insanı.. Bir de şarkıları yok mu? Oyy dinledikçe tekrar izleme isteği uyandırıyor insanda..

Yılın Amerikan Filmi: Bu sene iyi filmler çıktı gerçekten, şimdi düşündüğümde çoğu aklıma gelmiyor hatta.. Harry Potter, The Limitless, Pirates of the Caribbean, The Help gibi şahane filmlerdi hepsi de.. Tabi Super 8 gibi saçma sapan filmler de olmadı değil.. (Bu filme nasıl para verip de gittim hala anlamıyorum, yarısına kadar zor dayanmıştım:/ ) Ben yılın filmi olarak “Sherlock Holmes: A Game of Shadows“u seçiyorum. Konusu düşündüğüm kadar ilgi çekici olmasa da tam bir görsel şölendi bu film benim için.. Ortaçağ Avrupası’nı baştan sona gezmek, o gotik havayı tatmak istiyorsanız bu filmi kaçırmayın derim..

Yılın En İyi Erkek Oyuncusu: 2010 yılının en iyi erkek oyuncusundan bahsetseydik kesinlikle Leonardo Di Caprio derdim.. Shutter Island‘dan sonra Inception ile ona olan hayranlığın kat ve kat arttı.. Ama daha yakın dönemden bir aktör seçmem gerektiği için Asya kıtasına rotamı çevirip ödülümü Hyun Bin‘e veriyorum!! İşin aslı Hyun Bin’in seyrettiğim tek dizisi Secret Garden ama sadece orada bile beni kendisine hayran bırakmayı başardı.. Gel tezkeree!! diye bağırarak diğer kategoriye geçiyorum 🙂

Yılın En İyi Kadın Oyuncusu: Han Hyo Joo diyorum.. Only You‘daki oyunculuğuna bittim, üstelik de çok hoş hatun.. Tü tü maşallah 🙂 Shining Inheritance‘da her ne kadar beni deli etmiş olsa da ajusshimizin filminde kendisini affettirdi 🙂

Yılın Kitabı: Bu mim vasıtasıyla son zamanlarda okuduğum en güzel kitabı sizlerle paylaşmak istiyorum. Kitap 2011 yılının değil ama o kadar güzel ki anlatmadan geçemeceğim.. Kate Ross imzalı Müzik Şeytanı‘nın konusu şöyle:

İtalya’da Como Gölü kıyısında, sislerle kaplı bir villada, İtalyan bir soylu beyefendi, genç bir İngiliz tenoru eğiterek sahnelere hazırlamaktadır. Villadaki kısa birliktelikleri, içlerinden birinin vahşice öldürülmesi ötekisinin de ortadan kaybolmasıyla sona erer.

Ve sahneye, Kate Ross’un ünlü dedektif karakteri Julian Kestrel girer. Eskiden kapkaççılık yapan yardımcısı Dipper ile Avrupa turu yapan Julian Kestrel, bu cinayet olayı ile yakından ilgilenir. Şüpheliler arasında eşini aşığıyla terk etmiş bir kadın, İtalya’daki Avusturya yanlısı yetkililere tepki duyan liberal bir soylu, alaycı bir Fransız beyefendi ve Kestrel’in düşlerini de süsleyen güzel ve çekici bir kadın bulunmaktadır. Kestrel kendisini kısa bir sürede, Avusturya karşıtı gizli Carbonari ajanları ve onların karşısında duran Avusturya polislerinin arasında bulur. Fakat tüm bu anlaşılmaz olayların ortasında, yalnızca ‘Orfeo’ olarak bilinen gizemli bir tenor bulunmaktadır. Orfeo gizli bir ajan mıydı? Gözüpek bir serüven tutkunu muydu? Yoksa kıskanç bir aşık mı?

(Alıntı: http://www.idefix.com)

Kısaca bu kitap okuduğum en iyi dedektif romanlarından biri, üstelik de anlattığı dönemi harika bir biçimde betimliyor.. Şatolar , derebeyleri, tenorlar.. Uff uf 🙂

Vazgeçilmezler: Benim için bu yılın ilk vazgeçilmezi bilin nedir? Tabii ki Ft Island!! 2011 yılında da onları dinlemekten vazgeçmedim, onlar da kaliteli müzik yapmaktan vazgeçmediler.. Özellikle Return albümleri ve o albümün çıkış parçası Hello Hello bu yılın favorisiydi benim için.. Kısaca Lee Hong Gi denen kadife sesli varlık bu sene de ağrılarımı dindirdi, dertlerime ortak oldu falan filan işte 🙂 Tatlı şey^^

– Bu senenin vazgeçilmez aktörü de Lee Dong Wook oldu benim için.. “Scent of a Woman”ı daha yeni izledim ve diziyi, Wookie’yi, tatlı karakterini çok sevdim. Bu adam daha uzun yıllar vazgeçilmezim olacak biliyorum..

-Kitap dünyasının vazgeçilmezi de yine Joanne Harris oldu benim için.. En son “Kıyıdakiler” isimli kitabını aldım ve okumak için sabırsızlanıyorum.. En sevdiğim kitabı olan “Beş Dilim Portakal” yazım için buyrunuz..

Profesyonel isimli şahane tiyatro oyunu 2011’de de tek favorim oldu.. Bu oyunu defalarca kez izledim ve her izlememde aynı zevki aldım.. Açılay gibi: “Oyunculuğuna, yüreğine, mizahına sağlık Bülent Emin Yarar ve Yetkin Dikinciler” demek istiyorum.. Ayrıca oyunun yazarı Duşan Kovaçeviç‘in “Bir İntiharın Genel Provası” isimli oyunu da en az Profesyonel kadar güzeldi, tavsiyemdir..

Tutunamayanlar: Tutunamayanlar konusunda Hikaru ile birebir aynı fikirlere sahibim. “Heartstrings” benim için yılın tutunamayanıydı. Haremimin ilk 3’ünde olan, bi tanecik Yong Hwa için anca izleyebildim, böyle acemi, böyle amatör bir senaryo ile daha önce çok az karşılaşmıştım.. Neyse sıradaki dizisi böyle olmayacak, ben inanıyorum 🙂

 “Flower Boy Ramyun Shop” da benim için pek tutunamayanlardan oldu.. Her türlü sosyal paylaşım sitesindeki ölümüne övgülerden sonra izlemeye başladığım için böyle düşünüyor olabilirim. İlk 6-7 bölümü oldukça iyiydi ama sonrası beni çok sıktı, oyuncular için izlenir ama.. Hele direk oyy direk 🙂

Benden bu kadar.. Birkaç gün sonra Mart ayına gireceğimiz için bu mimi burada sonlandırıyorum, artık 2012 yılının unutulmazlarına odaklanalım değil mi 🙂 Umarım sıkmamışımdır, herkese mutlu günler diliyorum..

You are My Pet: Beslenir ki Buu:)

Gözlerimizi kapatıp hayal ediyoruz sayın okurlar: Okuldan ya da işten gelmişiz, yorgunluktan gebermek üzereyiz, metrobüs çilesinin etkisi daha üzerimizden gitmemiş o kadar yani.. Elimiz kolumuz dolu kapıyı bir açıyoruz ki evcil hayvanımız koşarak bize sarılıyor. Ve bu evcil hayvan dünyalar şekeri Jang Geuk Suk!!! Onu dizinize yatırıyoruz, saçlarını yıkıyoruz, sabah bir kalkıyoruz ki başucumuzda ve hiçbir sözümüzden çıkmıyor üstelik! Oo my Goddd 🙂

İşte böyle ilginç bir konuya sahip “You are My Pet”. Aslı Japonlara ait olan “Kimi Wa Petto”. Buna hiç şaşırmadım, nerede tuhaf, hiç duyulmamış bir fikir varsa Japonlara ait oluyor zaten 🙂

Biraz daha detay verirsem, Ji Eun Yi güzel, havalı, parlak bir kariyeri olan, kısaca mükemmel bir kadın.. Ama erkekler onun bu kadar mükemmel olmasına katlanamadıkları için onunla uzun süreli bir ilişki yaşayamıyorlar ve kızımız da kariyeriyle baş başa yaşamak zorunda kalıyor.. Taa ki In Ho hayatına girene kadar. Ünlü bir balet olan Kang In Ho evsiz kalınca bir arkadaşı onu ablasının evine götürüyor üstelik de 6 aylık parasını alıp kaçıyor. Ve yalnızlık bunalımını atlatmaya çalışan Eun Yi onun evinde kalmasına bir şartla izin veriyor: Evcil hayvanı olursa.. Tabi In Ho da bunu seve seve kabul ediyor..

Bu tatlı mı tatlı filmi izlemek isteyenler şu linkten indirebilirler.. İyi seyirler^^

SPOILER!!!

Jang Geun Suk’un en şirin olduğu filmi kesinlikle You are My Pet.. Havalı popstar, rahat indie band solisti, çapkın ergen veledi rollerinden sonra bu kadar şirin bir rol farklı olmuş gerçekten. Filmin fragmanlarından In Ho’nun nasıl bir karakter olacağını anlamıştım ama o kıyafetleri, saçları, tokaları.. Gerçek bir “pet” gibiydi işin aslı. Dans etmek de çok yakışmış bu arada, böyle narin bir çocuğa da en çok balet olmak yakışırdı zaten 🙂

Kim Ha Neul içinse en başta şunu söyleyebilirim, kadın zamanı tersine akıtıyor.. Yıllar önce çektiği filmi “Ditto”da bu filminden en az bir 10 yaş yaşlı gösteriyordu. Bu filmde hatun bir afetti ama, ses tonu da nasıl güzel.. Oyunculuğuna zaten lafım yok, kadın işi biliyor beyler..

Filmin bütün tanıtımlarına, basın toplantılarına en önden katılan Ft Island lideri Choi Jong Hoon‘un filmdeki o 10 saniyelik rolü beni şoke etti!! Bu kadar mini minnacık bir rol için mi çocuğu bütün tanıtımlarda çanta gibi yanınızda taşıdınız sayın yapım şirketi?? Çocuğun yüzünü göremeden film bitti 🙂 (Bu arada o 10 saniyeyi kaçıranlar için hatırlatayım, In Ho’dan 6 aylık kirayı alıp kaçan çocuktu üyemiz, Eun Yi’nin kardeşiydi yani..)

Sevdiğim sahnelerden bahsedersek:

-Saç yıkama sahneleri çok güzeldi 🙂 Eun Yi’nin utanıp çocuğun saçlarını güneş gözlüğüyle yıkaması beni çok güldürdü.. Hatun her yerde tikiliğini konuşturuyor 🙂 Bir de kafası bozukken tatlı In Ho’yu zorla banyoya sokması neydi yaa 🙂 Hayvan haklarına aykırı bu ama, yazık kuzuya 🙂

-Jang’dan iyi bir dansçı olurmuş, bunu gördük bu dizide. Evde tek başına dans ettiği sahne çok güzeldi. Kadın işten geldiğinde bu sahneyle karşılaştı işte: Evinin salonunda uri Geun Suk dans ediyor woaaa!! İçimdeki ergen gir hemen içeri! 🙂 Hehe nerde kalmıştık, ne güzel dans ediyordu fıstık, sonra kadını da kollarının arasına aldı vee çatt!! O zayıfcacık kollarıyla kadının belini incitti şaşkın 🙂

-İklinin yerlerde tepiştikleri sahneler de çok komikti 🙂 Gerçek bir köpek – sahip gibiydiler. Ama hoşlandığı sunbae aradığında nasıl da değişiyordu bizim kız:

Adam: Ne yapıyorsun?

Kız: Gazete okuyorum!!

Yok yeaa, bizim Sukkimize işkenceler ediyordun bi kere yalancııı 🙂

-Bu çocukta şeytan tüyü olduğunu zaten biliyordum da bu filmde de o tüy kendini gösterdi. Eun Yi taş gibi sunbae’siyle başbaşa kalıyor, adam “Caangg!!” diye cebinden bir kutu çıkarıp kıza yüzük uzatıyor.. Kızsa burada sevinçten bayılacağına evinde bıraktığı “pet”ini düşünüyor, o hasta diye abuk subuk şeyler hayal ediyor ve koşa koşa eve dönüyor!! Bu çocuk insana her şeyi yaptırır yaa 🙂

-Çok da komik bir kavga sahnesi vardı filmde. Meşhur sunbae ile In Ho kavga etmeye çalışıyorlar ama tam bir komedi ortaya çıkıyor 🙂 İki insan ancak bu kadar kavga edemez 🙂 Bir ara birbirlerinin saçlarına yapışacaklar sandım, Sukkie’nin saçları da çok uzun ayy yok yok saçlardan uzak dursunlar 🙂

-Jang’ın güzel sesini de duydum ya bu filmde benden mutlusu yok 🙂 “İlk defa şarkıcı değil, şarkı söylemeyecek mi şimdi?” diye düşünüyordum ki kadife seslimiz bizi üzmedi ve güzel şarkılarıyla filme ayrı bir tat kattı.. Buyrun dinleyin, kulaklarınızın pası silinsin 🙂 Bir alttaki şarkıyı Kim Ha Neul ile birlikte söylemişler. Çok güzel 🙂

Gitmeden önce hepinize Sukkie kadar tatlı bir ev arkadaşı diliyorum, pet demeye dilim gitmedi şimdi 🙂